
Belirsizliğin Bilgisi – Angela Schanelec
Filmlerin her zaman açıklanabilecek veya açıklanması gereken bir şey olarak görülmesinin gerçekten sorunlu olduğunu düşünüyorum. Film bundan çok daha fazlası olabilir. Görüntüler, bedenler ve durumlar size yeni bir şey deneyimleme şansı verir. Filmin tamamen ne hissettiğinizle ilgili olduğuna gerçekten inanıyorum; beynimizle çok az ilgisi vardır. [1]
Alman yönetmen Angela Schanelec, bir tiyatro oyuncusu iken Bresson filmleriyle tanışır ve yönetmen olmaya karar verir. Bresson sinemasının; hikâye anlatmaya odaklı olmadığını, ana hissiyatını biçimden aldığını ve anlatının kurulma düzleminden ilerlediğini fark eden Schanelec, kendi sinemasında da hikâye anlatımını yüzeysel bir zeminde ilerleterek, kadrajın içerisinde yaşayan zamana ve karakterlere dair filmler ortaya koyar.
Angela Schanelec filmleri, hikâye anlatmayı tercih etmeden sadece imajların görünürlüğü ile kadrajın içerisindeki hissiyatı bir deneyim haline getiriyor. Kısa filmlerinden itibaren, belirsiz yapıda tasarladığı karakterler ve yine belirsiz yapıda tasarlanan anlatı tercihleri öne çıkıyor. Schanelec filmleri bir nevi hikâyenin devamlılığını veya bilgisini rasyonel bir zemine yaklaştırmadan, belirsiz ve gizemli bir duyguyu takip etme hissiyatı ile ilerliyor. Yönetmenin yukarıda alıntılanan bir röportajında bahsettiği gibi hikâyeyi düşünme sürecinden ziyade, filmde yaşanan zamana ortak olma hissiyatını amaçlıyor. Schanelec sineması, filmin dünyası ile seyircinin kurduğu ilişkiyi sınırlamadan, sadece yaşanılan olayı göstermesi ile sinema sanatının seyirciye sunduğu güçlü bir deneyim olma imkânını taşıyor.
My Sister’s Good Fortune (1995)

Filmin hikayesel çizgisini; Christian, Isabel ve Ariane’nin arasında yaşanan, çıkışı olmayan kaygılı aşkları oluşturuyor. Hikâyeyi öncelemeyen bu filmin duygusu, üç karakterin arasında yaşanan belirsiz ilişkileri ve gündelik gerçekliğin içerisindeki iletişimsizlik hallerinde ortaya çıkıyor. Film boyunca karakterlerin dışında kalan dünyada özellikle araba seslerinin ve kalabalığın gürültüsünün devam ediyor olması ise karakterlerin gündelik dünyalarındaki yalnızlığını açık ediyor. Schanelec’in birkaç plan dışında tamamen sabit olan kamerası bilinemeyen zamanın biçimsel karşılığını oluşturuyor. Kadrajın içerisine doğrudan alınmayan hikâye, biçimsel olarak da belirsizliğin getirdiği zamansız ve mekânsız bir dünya tasviri ile şekilleniyor. Karakterlerin kameraya olan uzaklıkları ve eylemlerinde ortaya çıkan anlamsal karşılıklar Schanelec’in biçimsel tercihlerinde önemli bir yer tutuyor.
Passing Summer (2001)
Film, Valerie’nin Berlin’e geldikten sonra yaşadığı gündelik hayatını ve insan ilişkilerini aktarıyor. Schanelec sinemasının kendine has özelliklerinden birisi de diyaloglarındaki sadelik ve genel geçerlik. Esasında her filminde karakterleri seyirciye tanıtmasa dahi seyircinin onlar hakkında bir yaklaşım geliştirmesini sağlıyor. Filmin başında iki yakın arkadaş olan Valerie ve Sophie’nin o anda gelişen olayları ve kendi hayatlarındaki gelişmeleri takibi zor bir şekilde konuştukları görülür. Bu sahne Schanelec’in filmin henüz başında seyirciyi, hikâyeyi takip etme refleksinden çıkarmasının bir örneğini gösteriyor. Seyircinin hikâyeye değil o anda gelişen olaylar bütününe ve karakterler arasındaki ilişki ağlarına odaklanmasına imkân sağlıyor. Valerie film boyunca karşılaştığı diğer karakterlere kendinden bahsediyor fakat bir diğer sahnede bu bilgi geçerliliğini yitiriyor. Bu durum bir devamlılık olmadan anlık olarak karakterin dünyasına odaklanmayı sağlıyor. Film boyunca Bresson modeli sade ve donuk oyunculuklar ise gizlenen duygunun ve filmin biçiminin getirdiği ritmin güçlenerek devam etmesine olanak sağlıyor. Schanelec filmlerinde donuk oyunculuklar, iletişimsizliği göstermekten ziyade diğer karakterleri anlama gayreti olarak düşünülebilir. Scahenelec’in sessizlik anlarında gücünü ortaya çıkaran sinematografisi, karakterlerin belirsiz ve tanımsız dünyalarına duygusal olarak yaklaşılmasını sağlıyor.

Marseille (2004)
Fotoğrafçı Sophie’nin Marsilya sokaklarında başıboş dolaşmasını ve yakınlarıyla olan iletişimsizliğini aktaran bu film, hikâye anlatımına dair neredeyse hiçbir referans vermeyen veya sıralı bir hikâye anlatımı olmayan filmlerden bir diğeri. Sophie’nin karşılaştığı kişilerle gerçekleştirdiği ve ruh halinin ortaya çıkardığı amaçsız eylemler dizisi, karmaşık ama bir o kadar da sürekli bir ritim ile birleştirilmiştir. Schanelec sinemasının önemli bir özelliği olan zamansız atmosfer bu filminde de görülüyor. Neredeyse hiçbir filminde zamansal bir referans olmamasına karşın hikâyenin ve karakterlerin dünyalarını bu zamansızlığın içerisine gizleyerek filmlerinin başat aktörü olan iletişimsizliğe katkı sağlıyor. Sophie’nin sokakta fotoğraf çekmek için yürüdüğü sahneyi keserek karakteri başka bir günde başka bir kıyafet ile göstermesi ama bu yaklaşımı aynı ritmin içerisinde devam ettirmesi zamansızlığa dair en net göstergelerden biri.

Afternoon (2007)
Filmde göl kıyısında bir evde yaşayan aile bireylerinin birbirlerinden uzaklaşması anlatılır. Schanelec sinemasında hikâye anlatma gayretinin en az görüldüğü film olduğu söylenebilir. Karakterler arası ilişki ağı ve karakter devamlılığı ile neredeyse ilgilenmeyen sadece salt bir seyir eylemi olarak görülebilecek bir yapıda tasarlanmıştır.

Schanelec, karakterlerini sürekli gündelik diyalog zemininde tutarak esasında karakterler arası iletişimsizliği ele alıyor. Özellikle karakterlerin sebepsiz eylemleri bu iletişimsizlikle anlam buluyor. Bir bakıma tüm karakterler anlaşılmayan ama anlaşılma arzusu da taşımayan bireyler olarak tasarlanmış. Film boyunca karakterlerden yükselemeyen ana duygu ise sadece ritimde gücünü hissettiriyor. Filmin duygusunu sırtlayan zamansızlık etkisi yeni bir anlatı olarak kadraj dışında kalanları seyirciye duygusal olarak açıyor.
I Was at Home, But (2019)

Astrid’in ruhsal bunalımlarını ve çocuklarıyla olan iletişimsizlik hallerini aktaran bu film, Schanelec sinemasının en kuvvetli sinematografik yaklaşımını oluşturur. Astird’in kocasının ölümünden sonra gündelik hayata tutunma çabası, sessizliğin içerisinde gösterilen sahneler duygusal olarak oldukça güçlü bir zeminde çalışmaktadır. Filmin belirsiz anlatı tercihi Astrid ve Jorge’nin izledikleri bir filmin dünyası üzerine konuştukları oldukça uzun ve tek planda çekilen sahnede görülebilir. Karakterlerin izlediği filme dair hiçbir referans vermeden 15 dakika boyunca onların film üzerine düşüncelerini seyirciye aktarır. Schanelec’in filmlerinde kurduğu belirsiz yapıyı en net temsil eden sahnelerden birisidir.
Bir filmin hikayesinde karışıklık yaratmaktan korkmuyorum çünkü gerçekten sadece bir şeyleri görmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Karışıklık ancak düşünmeye başladığınızda ortaya çıkar. Sinemada sadece görmek yeterli. [2]
Schanelec sinemasının teskin ve telkinden oldukça uzak durmaya çalışan sadece hissiyat zemininde karşılık arayan bir anlatı biçimi vardır. Schanelec sineması; sinematografik yaklaşımı, filmin anlatı yapısını ve karakterlerin reflekslerini belirsizlik içeren bir dünyada aktarır. Yukarıdaki röportajında bahsettiği gibi tüm bu etkenler bir karışıklıktan ziyade seyircinin görme biçimine yeni bir yaklaşım getirebilme potansiyeli içerir. Sinema sanatının, hikâye anlatma gerekliliği olmadan, seyirciye o anda yaşanan hissiyata ortak olarak bir seyir deneyimi yaşatması belki de sinema sanatının en büyük imkanını oluşturuyor.