Bir Narsist Var Benden İçeri

Sick Of Myself, Kristoffer Borgli tarafından yazılıp yönetilen ve Cannes Film Festivali’nde oldukça ses getiren 2022 yapımı bir Kuzey Avrupa filmidir. Hikâye Signe isimli, kafede çalışan, etrafından ilgi görmek için söylemediği yalan, yapmadığı rezillik kalmayan genç bir kızın ve modern sanatçı sevgilisi Thomas’ın ekseninde dönmektedir. Thomas tasarladığı (aslında çaldığı) mobilya ve eşyalarla galeriler düzenlerken ülkenin prestijli salonlarından birinde sergi açma fırsatı yakalar. Sergi sonrası arkadaşlarıyla yemek yiyen Signe ve Thomas’ın hikâyesi bu noktada anlatılmaya başlanır.

BÖLÜM I: Narsistin Dostu Olmaz Sadece Kurbanı Olur

Yemek servisi öncesi mutfağın şefi konukların yanına gelerek onlara herhangi bir yiyeceğe karşı alerjileri olup olmadığını sorar. Kimse bir şey söylemeyince Signe bir narsiste açılmış bu ortayı boş çevirmez ve filmde ilk narsistik anını görme fırsatı yakalayacağımız o repliği söyler: “Evet, benim fıstığa alerjim var.”

Elbette ki Signe’nin fıstığa alerjisi falan yoktur. Yalnızca sevgilisinin topladığı ilgiden bir parça almak istemiştir. Ama biliyoruz ki narsiste bir parça yetmez; o her anı, durumu, kişiyi domine etmelidir. Bu yüzden daha da ileri gider ve bu alerjinin ölümcül olduğunu, fıstıkla aynı ortamda bile bulunmaması gerektiğini söyler. Alerjiyle alakalı bir bilgisi olmayan Signe gelen soruları bu konu hakkında konuşmanın ona iyi gelmediğini söyleyerek savuşturur. Bu duruma göre yemek servisi yapılır ama Signe yanında oturan Thomas’ın yemeğinden bir çatal alır. Şef hemen gelerek o yemeğin içinde fıstık olduğunu söyler. Bu durumda ne yapması gerektiğini bilmeyen Signe lokmasını tükürür. Hemen ardından Thomas bir konuşma yapmak için sessizlik rica eder ve ayağa kalkar. İşte Signe için kaçırılmayacak bir an daha. Thomas’ın konuşması sırasında Signe yavaş yavaş öksürmeye tıksırmaya başlar. İlginin tadını alan Signe bununla yetinmez bir de bayılıverir. Artık istediğini almış, bütün ilgiyi Thomas’tan kendine çekmiştir.

BÖLÜM II: Modern Sanatı Eleştiren Çıksın Kasıyor

Film, dertsizlik içinden dert beğenen bir başka Cannes gözdesi ve eserlerinde ele aldığı durumlarla modern sanatı eleştiren sanatçıların başında gelen İskandinav yönetmen Ruben Östlund’un izinden gitmeyi ihmal etmiyor. Bir Orta Doğu dramasına bir de Kuzey Avrupalı dertsizliğine balıklama atlamaya bayılan Cannes jürisi – sanki başka bir bakışı varmışçasına- Sick Of Myself filmini “Belirli Bir Bakış” gösterimlerinden seyircilere sunuyor. Signe’nin erkek arkadaşı Thomas bir modern sanatçı. Mağazalardan, galerilerden çaldığı mobilya ve eşyalardan galeri yapıyor. Aslında böyle bir sanat anlayışına modern sanat demek, bu tarz bir anlayışı Andy Warhol, Salvador Dali, Frida Kahlo gibi isimlerin – kalite bağlamında değil, yalnızca sanat anlayışı bağlamında- sanatıyla aynı kefeye koymak gibi oluyor. Thomas’ın yaptığı “şeyi” post-modern sanat olarak isimlendirmek daha doğru olacaktır. Zira modern sanat eserleri anlamsızlık, sığlık, saçmalık gibi durumları bir maske olarak kullanan ama göründüğünün tersine oldukça derinlikli ve sanatsal kaygı taşıyan eserlerdir. Post-modern sanat ise yine bu yöntemi kullanır ama anlam katmayı umursamaz. “Anlam, sen ne anlarsan odur” düsturuyla eser veren post-modern sanat; anlamsızlığı, sığlığı ve saçmalığı maske olarak değil bizzat sanatın kendisi olarak kullanır. Bu noktada da bayağılık, boşluk ve pespayelikten kaçamaz. Kısacası post-modern, modern sanatın içi boşaltılmış hâlidir. Thomas bu içi boş anlayışla, sanatını çaldığı eserler üzerine kuran bir adamdır. Ne hikmetse Thomas’a sergi düzenlemekte yardımcı olan ve sergisini ziyaret eden sanat aşığı arkadaşları ve kendisiyle çekim yapan derginin mensupları –ki tahmin ediyorum bu derginin röportaj için Thomas’ı seçen bir küratörü de vardır– bu durumu fark etmemiştir. Bu noktada anlıyoruz ki yönetmen bunu post-modern tutumu eleştirmek adına bir tercih olarak kullanmıştır.

BÖLÜM III: Yapay Bozuk Elephant Man

Signe, artık söylediği yalanlardan yeterli ilgiyi alamaz ve daha büyük yalanlar söylemeye başlar. Ama yalanlar arttıkça onları hatırlamak ve kontrol etmek de zorlaşır. Narsisizm ne kadar zeki insan işi olursa olsun, açık vermek kaçınılmaz hâle gelmiştir (Signe’ye ve arkadaşlarına uyuşturucu alan çocuğun Signe’nin ayak parmaklarından birinin eksik olduğuna dair söylediği yalanı fark etmesi gibi). Signe artık büyük balığın peşindedir. Halüsinojen mantar aldığı arkadaşına gider ve ondan Rus menşeli hapları alır. Bu haplar yoğun kullanım halinde ciltte çürüme gibi görünen yaralara sebep olmaktadır. Hapları düzenli kullanan Signe’nin yüzünde ve kolunda yaralar çıkınca Thomas bunu fark eder ve ona doktora gitmesini söyler. İlgiyi yine cebine atan Signe doktor dönüşü Thomas’ın evde ünlü VG dergisi ile çekim yaptığını görür. Daha dün gece aldığı ilgi kendisine yetmeyen Signe, erkek arkadaşına kendisini doktordan almadığı için sitem eder. Erkek arkadaşı (film boyunca gördüğümüz gibi) ona bunun saçma olduğunu, sadece ilgi çekmek için böyle şeyler yaptığını itiraf ettirmeye çalışsa da başarılı olamaz ve dergi çekimine kaldığı yerden devam eder. Erkek arkadaşının gördüğü yoğun ilgiye dayanamayan Signe ilaçlardan aşırı dozda kullanır. Bu sebeple yüzünde ve vücudunda çok ağır yaralar oluşur. Yüzü erimişçesine bir görüntüye sahiptir. Yani o artık hem bir narsist hem de yapay bozuktur. 

Bu noktada yapay bozukluk ile hipokondriyazis arasındaki farkı bilmek gerekir. Hipokondriyazis hastaları semptom göstermese de hasta olduklarına inanmaktadır ve bu kişilere hipokondriyak adı verilir (yani hastalık hastası). Yapay bozuklar ise semptomları yapay yollarla edinir, kendi kendilerini hasta ederler. Yani Signe, ilgi çekmek için kendine ciddi zararlar vermekte beis görmemiştir. Artık ciddi anlamda klinik bir vakadır. Bu noktada Signe’nin görüntüsü, yönetmenliğini David Lynch’in üstlendiği 1980 yapımı Elephant Man filminde John Hurt’ün canlandırdığı John Merrick’e, nâm-ı diğer Fil Adam’a benzemektedir. Ama tek benzerlikleri görüntüleri değildir. Fil Adam, fizikî kusurları sebebiyle nasıl panayırlarda halka gösterilip bir gösteri aracı hâline geliyorsa, Signe de (olmayan) hastalığı sonrası reklam filmlerinde modellik yapmaya başlıyor. Hani şu “farklı” olarak görmememiz gereken insanlara farklılıklarını gözümüze sokarcasına yer verilen günümüz film, dizi, reklamları gibi. Kaldı ki bu insanlara “Onlar aslında farklı değil.” düsturuyla olur olmadık her platformda yer vermek, onları ötekileştirmenin en adice yollarından biridir.

BÖLÜM IV: Yükseliş, Çöküş ve Sağlıksız Bağlanma

Signe, hastalığı sayesinde ilginin adeta dibini sıyırmıştır. Doktorlar, toplu terapi seansları, Thomas’la yüzüne hem gerçek hem mecaz anlamda bakılmayacak haldeyken (zira o sırada yüzünde maske var) yaşadığı cinsel birliktelik, şefkatli arkadaşlar, VG dergisiyle reklam çekimi ve röportaj derken Signe çevresinden alabileceği maksimum ilgiyi almıştır. Artık erişemediği zevklerin peşindedir.

Signe, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller kurmaya başlar. Yazar arkadaşının Signe’yi kendi hakkında bir kitap yazmak için cesaretlendirdiğini, bu kitap sayesinde dünyaca meşhur olduğunu, dünya çapında markalara modellik yaptığını, Thomas’ın bir sonraki sergisini Signe içerikli yapmak için Signe’ye yalvarmasını, meşhur olup televizyona çıktığını, yıllardır görüşmediği babasının ve kendisini hastanede ziyaret etmeyen arkadaşının canlı yayına gelip kendisinden özür dilediğini, en sonunda da o muhteşem sesiyle bir şarkı patlattığını düşler. Ama her çıkışın bir inişi olduğunu hatırlayan Signe, artık yalanlarının ortaya çıktığına ve bunun bir skandal boyutuna ulaştığına dair hayaller görmeye başlar. Narsist Signe ve sahtekâr Thomas’la arkadaşlık ettiğini zanneden (Dediğimiz gibi narsistin arkadaşı olmaz, kurbanı olur.) talihsiz çift, dostane bir yemek sırasında bu narsistlerin gazabına uğrar. Çiftten erkek olanın söyledikleri ise gayet düşündürücüdür: “Sizinle arkadaşlık yapmak imkânsız. Sürekli birbirinizi aşağılıyorsunuz!”

Doğru! Thomas, durmadan Signe’yi aşağılıyor ve Signe de Thomas’ın ilgisine kene gibi yapışıyor. O zaman bu çift neden beraber? Bunun cevabı filmin sonunda Thomas hırsızlık yaparken yakalanıp hapse girince Signe’nin grup terapisinde söylediklerinde saklı: “Thomas, benim kendimi güvende hissettiğim tek yerim.” Bu da doğru! Zira bu çiftin arasında sağlıksız bir bağlanmanın mükemmel bir örneği var: Signe Thomas’a bağlı. Çünkü Thomas Signe’nin ilgi deposu, konfor alanı. Onun yanında her türlü yalanı söyleyebilir ve karşılığında ilgisini alır. Signe, ilgi aldıkça güvende hisseder. Peki Thomas’ın Signe’ye bağlanma sebebi ne? Thomas Signe’ye hakaretler yağdırıyor ama onun yalan söylediğini asla yüzüne çarpmıyor, hep kendisinin itiraf etmesini bekliyor. Çünkü Thomas Signe’ye “Yalan söylüyorsun!” derse oyun biter ve sır açığa çıkar. Thomas bu ilişkide zevki bu noktadan alıyor: O, bir narsistin sırrına hâkim ve bu sırla oynamayı seviyor. Ona bağlanmış; çünkü Signe onun bir sanatçı değil hatta bir kleptoman bile değil, kariyerini hırsızlık üzerine kurmuş adi bir adam olduğu sırrına hâkim. Tahmin ediyorum ki bu çift ölene kadar değil, biri öbürünü öldürene kadar birlikte olur.

Exit mobile version