SİNEMAYA DAİR

Bir Nuri Bilge Ceylan Distopyası

Tam olarak neredeyim bilmiyorum. Bildiğim tek şey şehirden kilometrelerce uzakta oluşum ve bu demek oluyor ki görevimin yarısını tamamlamak üzereyim. Gözlerim öyle sıkı kapatılmış ki şiddeti şakaklarıma vuruyor. Nihayet eve varıyoruz.

Ivan: Perdelerin tamamı kapalı mı bakayım önce acele etme.

Ben: Tamam.

Kapıyı kapatıp 1 dakika öylece bekliyorum. Karanlık sesleri çok daha derinden duymama yardımcı oluyor. Gerçi 2030 senesinde ses duymak yeni bir müzik notası keşfetmekle eşdeğer. Ivan beni kitapların ve bir yığın eşyanın olduğu bir odaya götürüyor. Neden burada olduğumu çok iyi biliyorum ancak az sonra yoğun bir kararsızlık sürecinin de eşiğinde olacağım.

Ivan: Hangisini almak istiyorsun düşündün mü?

Ben: Kuru Otlar veya ondan sonraki.

Ivan: Kuru Otlar ve siz meraklı insanlar. Şehrine, Nuri Bilge Ceylan (NBC)’nin sadece bir filmini götürebileceksin ve sen hiç izlemediğin, şehrine ne verebileceği konusunda fikrin olmayan bir filmi mi götürmek istiyorsun? Biliyorsun 2020 senesinden sonra Dünya çok değişti.

Ivan haklıydı. Dünya artık bu tip meraklar için uygun bir zeminde değildi. Bütün NBC filmleri sadece Ivan’ın evindeydi ve her filmden tek bir kopya kalmıştı. Daha önceki Kasaba yolculuğumda Tarkovsky’nin bütün filmlerini götürebilmiştim şehrime. Fakat Ivan’ın diğer bölgelerden toplayacağı fidanlara ihtiyacı vardı. Elindeki kopyalar için onlarla pazarlık yapıyordu. Bu yüzden en doğru filmi seçmek zorundaydım.

Ivan: Gerçekten hangi filmi seçeceğini merak ediyorum. Ve sebebini de…

Ben şaşkın bir biçimde Ivan’ın gözlerine bakıyorum. Filmlerin olduğu bölüme yaklaşıyorum. Hepsi tarih sırasıyla dizilmiş masanın üzerine. Koza en başta. Sağ elimle dokunuyorum Koza’ya…

Ivan: Tam da dünyanın şu anki hali gibi değil mi? Yeryüzünde koskoca bir resimden ibaret gibiyiz. Eyleme dönüşen pek bir şey neredeyse kalmadı.

Ben: Koza sadece bir görüntüden ibaret değil Ivan. NBC’nin geçmişiyle sıkı sıkıya ördüğü bağın bir yansıması aynı zamanda. Hiçbir zaman kopamayacağı gerçekliği.

Ivan: Hangi gerçeklik? İletişimin hiçbir çağda, bu kadar verimli yapılmadığı bir dönemde iletişim sorunsalı ortaya peydahlamak da neyin nesi…

Ben: Truffaut’nun söylediği bir söz vardı. Her yönetmen hayatında sadece bir film çeker, geriye kalanlar yalnızca onların parçasıdır diye. Koza tam da bu yüzden önemli. Koza’ya bakarak NBC’nin sinema dilini çözebiliriz.

Ivan: Kasaba‘da aynı dil yok mu sence? Üstelik ilk uzun metraj filmi.

Ben: Haklı olabilirsin. İlk seyrettiğimde üniversitedeydim. Kız arkadaşımla gitmiştik. Onu sinemaya götürmek istediğimde korku filmine gideceğimizi düşünmüştü. Biraz korkup bu bahaneyle bana sarılacaktı belki de. Fakat böyle düşündüğünü ben filmin ancak yarısındayken anladım. Bana attığı o kızgın bakışı hala unutmam.

Ivan: Sonuna kadar izleme sabrını gösterdi mi?

Ben: Evet tabi. Bizim kasabalarda böyle güzel Türkçe konuşmuyorlar demişti film biterken.

Ivan: Sen ne söyledin?

Ben: Bence haklıydı. Kimsenin kasabasında böyle diksiyonlu konuşan yoktu. Oyucularda tanınmamış yüzler seçerek vermek istediği gerçeklik algısını böyle basit bir hata yaparak bozması pek akıl alır değil doğrusu.

Ivan: Peki… Senin için kaplumbağa ne ifade ediyor? Kaplumbağanın üzerine çıkarken aldığı yük neydi çocuğun?

Ben: Vicdandı.

Ivan: Merhamet değil miydi?

Ben: Hayır merhamet şefkate benzer. Kötülük işlemeyi gerektirmeden de devreye girebilir. Ama vicdan öyle değil. Vicdanının farkına varmak için, önce orayı sızlatmak gerekir.

Ivan: Eleştirmenler bu filmi genel dört katmana ayırdılar, sen de aynı fikirde misin?

Ben: Hayır Ivan film yalnızca iki boyutluydu: Fotoğrafik anlatım ve diyalog. Filme başladığımda çocuklarla kurduğum bağ çok derindi. Gerçeklik algısı tam da olması gerektiği gibiydi. Fakat üç kuşağın birbiriyle yüzleşmeye başladığı an NBC’nin topraklarımızla kurduğu bağın sorunlu olduğu mevcudiyeti doğdu.

Ivan: Neden, sizin ülkenizde üç nesil bir arada birbiriyle konuşmaz mı?

Ben: Tabi ki konuşur ancak bu tip yüzleşmeler ve üslup ancak NBC’nin sıklıkla beslendiğini söylediği bir edebiyatın kompozisyonu olur. Misal Ahlat Ağacı’nı hatırla. Orada, imam köyden birisine motorunu veriyordu hani. Motorunu verdiği kişiyi dağa doğru çıkarken gördüğünde yanındakilere “motorumu kirletecek” diyerek çekiştiriyordu. Kahveye gittiklerinde motoru getiren adama, yumuşak bir tavırla “erken geldin işin daha uzun sürer sanıyordum” diyordu. Türk insanı rahatsızlığını ve şikayetçi olduğu konuları saklı tutar veya içine atar. Yüzleşme korkumuz vardır. Yüzleştiğimizde ise ortam bu kadar sakin kalmaz çünkü yüksek sesli bir milletiz. Sadece bu da değil, nesil arası saygı konforumuz da büyüktür. Babasının yanında ayak ayak üstüne atamayan insanlar tanıyorum.

Ivan: Yani sana göre NBC ülke insanını Ahlat Ağacı’nda mı anlayabildi?

Ben: Anlamak demek eksik olur. Bana göre NBC’nin kırsalı bu ülkeydi, medeniyeti ise gümrükten sonrası. Gitmeyi başardı. Sonra içindeki kırsalın köklerini ne yaparsa yapsın kopartamadığını anladı. Döndü. Belki acı çekiyordu. Kırsala sıkışıp kalan filmlerindeki kahramanları gibi.

Ivan: Sence filmlerindeki veya (senin deyiminle) iç dünyasındaki kasvetli hava kırsal sorununu mu anlatıyordu yalnızca? Öyle ise Mayıs Sıkıntısı’nda yıllardır uğramayan kadastrocuların babasının bir günlük kasaba dışına çıkmasıyla birlikte ağaçlara işaret koymasını nasıl açıklıyorsun? Demek ki şehre tam anlamıyla bir kurtuluş yüklemiyor. Hatta evinden ayrılan bir babaya ceza kesiyor.

Ben: Ne yani taşra insanına oraya ait olduğunu mu dikte ediyor?

Ivan: Uzak filmini hatırla. Mahmut’un Yusuf’la olan ilişkisi sana ne anlatıyor. Mahmut’un rahatsız olduğu şey Yusuf mu yoksa kendi iç dünyasındaki taşralı mı? Uzaklaşmak istediği şey annesi de değil aslında tam olarak kendisi.

Ben: Bir saniye! İnsan kendine benzeyeni istemez mi?

Ivan: Ya aynada gördüğün şey korkunç bir fareyse yine de kendine benzeyeni ister misin?

Ben: Peki kendini görme, kendi gerçeğiyle yüzleşebilme haline ne diyorsun? 2020’den sonra bunu yapmaya çokça vaktimiz var artık. Öncesi için bunu söyleyemem. İnsanlar kendilerini sıkça dev aynalarında görürken Mahmut annesinden uzaklaşarak yanlış yapmış olsa da kendi gerçekliğinin farkında olması Mahmut’u yine de o insanlardan daha kıdemli yapmaz mı?

Ivan: Gerçek sanatçı ruhu taşıyan insanlar kendi travmasını bilen ve bunu kullanabilen insanlardır. Alfred Hitchcock’un polis travmasını biliyor muydun? Bu korkusunu yenmek için defalarca yardım aldığını? Korkularını yenmeyi başaramadı ama Psycho gibi nice cinayet filmlerini ustaca çekmeyi başararak dünya çapında ün kazandı.

Ben: O zaman NBC’nin taşra takıntısını alt etmek gibi bir niyeti yok. Bu durumda beslendiği şey aslında tam olarak bu.

Ivan: Tam olarak diyemeyiz. İklimler’le birlikte bize iç dünyasının farklı sırlarını aralıyor. Biz taşra ve NBC’yi bütünsel bir tavırla kabul etmişken hem de.

Ben: İklimler’de tavrı değişse de dili değişmiyor. Buna ne diyorsun?

Ivan: Evet uzun fotoğrafik anlatımlar tam bir hikâye oluşturmadan gelip geçiyor. Gerçeklik algısını hala tanınmayan yüzler üzerinden yürütmekte ısrarcı. Yani İklimler’e kadar takıldığı nokta gerçeklik üzerine. Karakterlerin duygu durumu üzerinden sinematografik bir anlatı kurarak olaylardan uzak kalmayı tercih ediyor. Bizi o fotoğrafların gerçek olduğuna inandırmaya çalışıyor hala.

Ben: O zaman İklimler’e kadar olan filmler için tek bir dil kullandığını söyleyebilir miyiz?

Ivan: Teknik olarak evet. Üç Maymun’da bu tavrından vazgeçip gerçek bir hikâye ve gerçek oyuncular kullanma niyeti kendi gerçekliğini yıktı diyebiliriz. NBC’ye göre oyuncular bir kâğıt gibidir ve tek kullanımlıktır.

Ben: Peki kendi gerçekliğinden sıyrılıp sinemanın gerçekliğini kabul ettiği bu filmde seni en çok etkileyen sahne hangisiydi?

Ivan: Hacer’in intihar sahnesiydi. Eyüp duvarın arkasında onu öylece izliyorken benim izleyici olarak Hacer’in intihar ettiği andaki çıkacak gürültüyü duymayı bekliyor olmam tüyler ürperticiydi. Duvarın arkasındaki bekleyiş sadece Eyüp’ün değil aslında birçoğumuzun bekleyişiydi.

Ben: Sanırım bir karara vardım Ivan.

Ivan: Hangisi? 

Ben, Ivan’a bakarak gülümsemekle yetindim. Çünkü neyi tercih ettiğimi çok iyi biliyordu…

Ivan: Bir soru sorabilir miyim?

Ben: Evet tabi.

Ivan: Seçtiğin filmle ilgili tek bir cümle kurman gerekse ne söylerdin?

Ben: Elbette tek bir cümle duymak istersin. Çünkü hava kararmadan benim trene binmiş olmam gerek. Ne korkunç bir manzara.

Ivan: Seni trene bindirip geri dönmem için hemen çıkmalıyız ve hızlı davranmalıyız. İstersen yolda devam edelim.

Çantama filmi koyup gözlerimi sıkıca bağlıyorum. Kapıdan dışarı ayağımı attığım an yere düşüyorum. Bir anda gözümdeki bant aralanıyor ve ben uzağa bakıyorum. Uzak aslında bu kadar yakın olabilir miydi? Gördüğüm şeye inanamıyorum. Neredeyse uzunluğu göğe çıkacak büyük kahverengi bir at. Bu kadar büyük bir şey hayatım boyunca ilk defa görüyorum. Hızlıca kalkıyorum, arkama dönüyorum. Ivan ile göz göze geliyoruz. Çıktığım kapı bir eve ait değil, devasa bir sütundan ibaret. Böyle bir şey nasıl olabilir derken gözlerimin üzerinde şiddetli bir darbe hissediyorum. Ivan kafamı göğsüne bastırıp elindeki bez parçasını bağlamaya çalışıyor. Bedenim istemsizce titrerken Ivan’ın beni sabit tutması imkansızlaşıyor. Bayılacak gibi oluyorum sonra köpekler geliyor aklıma. Güneş battıktan sonra her yerde salyalarını akıtarak dolaşan sürü halinde köpekler. Trene kadar gidebilecek takati kendimde bulamıyorum. Yarın çocuklar için düzenlenen festivale yetişmek zorundayım.

Sahi 2030’da nasıl bir dünya var bilmiyorsunuz. Dünya nüfusunun en büyüğü 10 yaşında. Bir de bizim gibi kalan birkaç dinozor. Çocuklara kırsaldan bahsediyoruz, kırsalda bilimin sanatın çok ileride olduğundan. 2020 salgınında bilgeliği yüksek kimseler kendilerini köy evlerine kapatarak film seyredip kitap okudular. Şehirde insanlar açlık korkusuyla birbirlerinin evlerini yağmaladı. Canı sıkılan birbirinin evini ateşe verdi. Salgınla beraber nüfusumuz yok oldu. Şimdi raylı trenlerle kırsala seyahat edebiliyoruz. Fakat gar girişinde gözlerimiz kapatılarak gideceğimiz yerlere götürülüyoruz. Bir tanesi gittiği bir kasabada uzay üssü olduğundan bahsetti. Doğrusu pek inanmadım. Ama çocuklar bu hikâyeyi çok sevdiler. Ben ağaçlar hakkında konuşmayı daha çok seviyorum. Filmlerle mi n’apıyoruz? Kaybettiğimiz bir dünyanın gerçekliğinin izini sürüyoruz.

Ivan: Hey! İyi misin? Seni uyandırmak çok zor oldu.

Ben: N’oldu bayıldım mı, hala gitmek için vaktimiz var değil mi Ivan?

DİPNOT: NBC filmlerinin son kopyalarının bir tek Ivan’ın evinde bulunuyor olması kendisinin yalnızca Çehov üzerinden kurduğu edebi bağa bir göndermedir. Ben karakterinin “üniversite” anısını anlatma ihtiyacı NBC’nin filmlerini belirli bir kitleye anlatma hegemonyasına (“benim filmlerdir zordur” -NBC) bir atıftır. Kız arkadaş, entelektüellik ihtiyacının haz ve cinsellik duygusuyla olan görünmez birlikteliğidir.               

About Post Author

Tuğba KOCA

Yapımcılık, senaristlik ve kısa film eğitimlerinden sonra TRT 1'de sabah programı, Dünya Göçebe Oyunları gibi işlerin yapım ekibinde yer almıştır. Aynı zamanda kendi işletmesinde ticarî yaşamına devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

7  +  3  =  

Bunlar da ilginizi çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu