Bir ülkeye gitmeye karar verdiğinizde o ülke hakkında neleri merak edersiniz? Gezilecek yerleri, tarihi, mutfağı veya fiyatları mı? Bir grup insan daha var ki bunu okuyorsanız siz de muhtemelen onlardan birisinizdir; o insanlar bilir ki bir ülkenin sinemasını anlamak o ülkenin kimliğini kültürünü, yerel bölge insanının hassasiyetlerini ve beğenilerini anlamanın başka bir yoludur. Biz de 2024 senesinin Macar-Türk yılı seçilmesi hasebiyle düzenlenen 120 yıllık Macar Sineması sergisini gezerek size bu ülkenin sineması hakkında mutlaka bilmeniz gerekenleri derledik…
Macar Sineması 1896’da Lumière kardeşlerin Royal Otel Budapeşte’de gösterdikleri ilk filmle başlar ve bugün sinemaseverlerin çoğunlukla takip ettiği Mephisto (1981) gibi kült filmler arasında sıralayacağımız filmlerin yönetmeni István Szabó, Torino Atı’nın (2011) yönetmeni Béla Tarr gibi önemli yönetmenlere kadar uzanır.
Macar Sineması dediğimizde ilk göze çarpan şeylerden biri Hollywood film sektörüne damga vurmuş Macar yapımcılar olacaktır. 1870’lerden sonra başlayan çoğunlukla ekonomik sebeplerle ortaya çıkan büyük Macar göç dalgası kimilerini Amerika’da tarım endüstrisinde çalışmaya zorlarken kimileri de yükselişe geçen film endüstrisini gözüne kestirdi. Viyana, Berlin, Paris, Hollywood gibi merkezlerde film sektöründe çalışan bazı Macar gençleri isim değiştirerek var olmayı tercih etse de bunu bir benlik inkârı olarak yorumlamak pek mümkün değil. Örnek verecek olursak 1943’de çeşitli dallarda Oscar ödülü alan ve setinde 34 ayrı milletin çalıştığı söylenen Casablanca (1942) filminin yönetmeni Michael Curtiz, orjinal adıyla Manó Kaminer; Amerika’ya film çekmek üzere davet edildiğinde hiç İngilizce bilmiyordu ve bir filmini çekmeden önce konuyu pekiştirmek üzere 1 hafta hapishanede kalmaktan çekinmedi. Birisi ona bir yabancının nasıl Amerikan filmi çekeceğini sorduğunda o durumu şöyle özetliyordu: İnsanlar dünyanın her yerinde aynıdır, insani duygular uluslararasıdır. Dünyanın farklı yerlerinde farklı olan tek şey gelenektir. Ama okuyup araştırırsanız bu gelenekleri anlamak kolaydır. [1]
Hepimizin bildiği Fox film yapım şirketinin sahibi William Fox, orijinal Macar adıyla Vilmos Fried; bu akıma kapılmış Macar gençlerinden bir diğeriydi. William Fox da birçok Macar yapımcı ve yönetmen gibi ekonomik kriz ve faşizmin yükselişi sebebiyle ülkesini terk ederek Hollywood’da büyük şans elde etti. Çoğunlukla ekonomik sebepli göçler ve kendi insanının başka bir yerde yakaladığı başarı insanlar için o alanda kadersel bir yola dönüşebiliyor. Hatta Macarların Hollywood’daki varlığı öyle bir hâl almış ki bir Hollywood stüdyosunda iş arayanlar için şöyle bir tabela asılmıştı: “Macar olmanız yetmez, yetenekli olmalısınız.” [2]
Rotayı Macarların dünya sinema sektöründeki varlığından biraz da Macaristan topraklarındaki sinema dünyasına doğru çevirdiğimizde aslında çok da şaşırtıcı olmayan bir gerçek bizi karşılar ki o da Macar Sineması’nın komünizmin çöküşüne kadar siyasî kontrol altında olmasıdır. Filmler senaryo yazımından itibaren film yapımının bitiş aşamasına kadar siyasî bir iradeyle kontrol edilirdi. Öyle ki bazı filmlerin yapımı bittiği hâlde gösterime alınmaz veya yeniden kurgulanması istenirdi. Hatta hükümet 1925’de yeni bir yasa çıkararak dağıtımcıları her 30 filmde bir Macar filmini finanse etmeye zorladı. 1960’lı yıllardan sonra yeni hükümetle birlikte sinema alanında daha yumuşak bir politika izlenmeye başlandıysa da 1970’lerde Macar Sineması belgeselciliğinin ortaya çıktığı dönemi gerçek dünyaya dair izler olarak tasvir edebiliriz. 1992 tarihli István Szabó yapımı Tatlı Emma Sevgili Böbe (1992) filmi Macar Sineması’ndaki asıl büyük dönüşümün 1990’lar sonrası yaşandığına işaret ediyor. Film kırsaldan Budapeşte’ye taşınan iki genç kızın komünizm sonrası Macaristan’daki günlük yaşamlarını konu alıyor.
Macar Sineması tarihine göz attıktan sonra film tavsiyesi vermeden geçmek olmaz. Kapanışı Macar kadın yönetmen Ildikó Enyedi’nin 17 yıl sonra tekrar sinemaya dönüşü olarak kabul edilen Beden ve Ruh (2017) filmiyle yapalım. Film bir kadın ve içine kapanık bir adam arasındaki mistik bir aşk öyküsünü konu alıyor ve alışılmışın dışında şaşırtıcı bir kurguyla karşımıza çıkıyor. Ünlü bir Macar atasözünde söylendiği gibi, “Bir açıdan ne kadar kötüyse diğer açıdan o kadar iyidir.” Şimdiden iyi seyirler…