FİLM

Gitme Vakti

Chris Overton’un yönettiği, senaryosunu Rachel Shenton’un yazdığı 20 dakikalık bir kısa film Sessiz Çocuk (2018). Filmin işitme engelliler hakkında duyarlılık oluşturmak için çekildiği biliniyor; bu yönden değerlendirmeye alınabilir. Ama burada filmde dikkat çeken bir duygu üzerinde durulacak: Kıskançlık.

Anne Suzanne, sosyal hizmet uzmanı Joanne ve sessiz çocuk Libby arasında geçen diyalogların ve davranışların tercümanı olan kıskançlık duygusu yazının asıl teması. Film özetle Libby’nin okul başlayana kadar kendisinden dudak okuma eğitimi alacağı Joanne ile arasında geçen kısa eğitim macerasını anlatıyor. Ailesindeki kimseye kızgınlıktan başka tepki göstermeyen küçük kız, Joanne’nin onu harekete geçirmesiyle birlikte öğretmeniyle sessiz ama hareketli bir iletişim kurmaya başlıyor. Haliyle Joanne ve Libby arasındaki öğretmen öğrenci ilişkisi daha samimi bir çehreye bürünüyor. Dış göz olarak kızı ile Joanne arasındaki ilişkiyi izleyen anne, aralarındaki samimiyeti kıskanıyor.  

Kıskançlık derken öncelikle ne anlamalı? Descartes, kıskançlığı insanın sahip olduklarını koruma isteğinden doğan korku türü olarak tanımlıyor. Bu durumda özgüven eksikliği duyan insanların gösterdiği bir davranış olarak beliriyor kıskançlık. Kemal Sayar da buna yakın bir ifade zikrediyor: İnsan özgüven eksikliğinde kendisini yetersiz hissediyor ve elindekini kaybetme korkusu ile yüzleşiyor. Bu da kişinin sevdiğini koruma içgüdüsünü tetikleyerek insanda bir zaafa yol açıyor. Suzanne’de tam da bunu görüyor izleyici. Bahçede kızı ile şakalaşan Joanne’i kıskanıyor. Çünkü o kızına dokunduğunda, gıdıkladığında Libby tarafından itilmiyor, tersine ona gülümseyen bir yüzle karşılaşıyor. Eğitmen, duygusal ve davranışsal iletişim kurma çabalarına karşılık buluyor. Joanne ve Libby yüzmeye gidiyor, parkta eğleniyor ve daha birçok şey. 

Sorulması gereken soru şu sanki: Joanne ve Libby eğlenirken anne ne yapıyor? Anne meşgul, hep meşgul. Hep bir yere yetişme ve bir şeyleri yetiştirme telaşı var. Ama kendisine en çok ihtiyaç duyan varlığa yetişemiyor, onu başkasına bırakıyor. Haliyle kızından görmek istediği duygu, hal ve hareketlerle karşılaşmıyor. Anneye göre, kızı tarafından ilgi görmemesinin suçlusu Joanne. Bu karakterin doğrudan söylediği bir şey değil ama izleyici bunu hissedebiliyor. Çünkü kıskançlık sadece eylemle anlaşılan değil konuşmalarla, bakışlarla da sezilebilen bir duygu. Annede bu duygu ilk olarak eğitimcinin kızına şeker verdiği sahnede izleniyor. Kızın zaafı kendisine uzatılan şekere değil, ona gösterilen ilgiye karşı. Çünkü Joanne ona herkese yaklaştığı gibi bir varlık olarak yaklaşıyor, küçük kızın duymaması onun için noksanlık değil ve Libby’e bunu hissettiriyor. Bu noktada maharetin sadece sevmek değil, sevdiğini gösterebilmek olduğu anlaşılıyor. Sevdiğin birinin maddi tüm ihtiyaçlarını karşılaman onun sevgisine sahip olacağın anlamına gelmiyor. 

Annenin kıskançlık hallerine geri dönmeden hemen önce, kıskançlığın bir adım ötesi olan haset duygusuna dikkat çekilsin. Kıskanan kişinin kıskandığını yitirmek istememesi ve harekete geçmesi olarak özetlenebilir haset. Annenin kıskançlıkla kızı ve eğitmenini süzdükten sonraki sahnelerde karşılaşılan ilk hamlesi bunları nasıl ayırabilirim üzerine. Anne harekete geçiyor. Kızının daha farklı bir eğitim almasını tercih ettiklerini söylüyor Joanne’e ve işine son veriyor. Eğitmen için gitme vakti. Hareket her zaman bereket değilmiş demek ki diyor insan. Joanne ve Libby ayrılınca anne muhtemelen aralarındaki sevginin sönüp gideceğini, kızının odak noktasının kendisi olacağını düşünüyor. Ama sevgi öyle bir şey değil ki. Kuş misali, çok sıktın mı ölür, gevşek bıraktın mı uçar gider. Anne fazla sıktı kızını. Kendi içini rahatlattı. Ama günün birinde Joanne’nin Libby’i okulunda ziyaret edeceğini, ona sevdiğini işaret ettiğinde kızın da karşılık vereceğini nereden bilebilirdi ki.

Annenin kıskançlık krizi neticesinde kendini kontrol edemeyip, bir nevi mantık dışı hareketlerde bulunması takıntılı bir ruh haline sahip olduğunu hissettiriyor. Bir anne kızıyla ilişkisinden dolayı eğitmeni kendine rakip olarak görüyor. Bu da sıkıntılı bir durum. Gerçekten kızının maddi manevi ihtiyaçlarını giderebilen bir anne bu korkuyu yaşar mı acaba? Joanne’ın kızı üzerindeki etkisine sahip olmak istediğini gösteren sahnelerde annenin rekabetçi kimliğiyle karşılaşılıyor. Belki bu yanından dolayı duygularını doğru yönlendiremiyor anne. Sağlıklı düşünebilen insanların engelli çocuklarına yardımcı olan, dış dünya ile iletişim kurmasını sağlayan eğitmenlerden memnun olması gerekiyor değil mi? Duyguları kişisele indirgeyerek bireysel davranmaya başlamak insanın kendisinde ya da başkalarında yıkıcı etkilerin doğmasına, moral bozucu sahnelerin yaşanmasına neden olabilir. Annenin harekete geçmesiyle kızına ve eğitmene yaşattığı duygu tam da bu. İnsan gerçekten karar vermeli. Anne Suzanne, gerçekten ne istediğine karar vermeliydi. Kızını mı yoksa onun merkezindeki insan olmayı mı istiyor?

İnsanın kendisi için yapabileceği en iyi şey kendisini güvende hissetmesi galiba. Joanne ve Libby birbirlerine olan sevgilerinden o kadar eminler ki ayrılsak da beraberiz durumunu yaşıyorlar. Evet sürekli birlikte olamayacaklarına tanık olunan sahnelerde üzgünler ama sevginin sadece yan yanayken hissedilebilen bir duygu olmadığının farkındalar. Bu bakımdan film bir yandan sevgi üzerine düşünmeye teşvik ederken bir yandan da klişe ama gerçek olan bir durumla yüzleştiriyor izleyiciyi: Sevgi kuşa benzer çok sıktın mı ölür, gevşek bıraktın mı uçar gider. Bu yüzden her şeyin orta yolunu bulmak gerekir.

Betül SEZGİN

Denizli doğumlu. Öyküleri Post Öykü, Muhayyel, Türk Edebiyatı ve Mahalle Mektebi dergilerinde yayınlandı. Kitap ve film değerlendirmeleri, muhtelif yazıları ve yaptığı röportajlar çeşitli yayınlarda ve sitelerde yer aldı. Eğitimine İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Programı’nda devam ediyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9  +  1  =  

Bunlar da ilginizi çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu