FİLM

Hangisi Tehlikeli? Aklın Zorbalığı mı Yoksunluğu mu?

Bütün hikayeler insanın olduğu yerde başlar. Film, Amerika’nın “Büyük Bunalım” yıllarında gezici göçmen toprak işçisi olan Lennie ve George’un arkadaşlığı üzerinden yine insanı ve onun açmazlarını anlatıyor. Gücü elinde bulunduranın zayıfı ezerek kendi varlığına yer açması, kendine benzemeyeni ötekileştirmesi ve hiçbir zaman kabullenmemesi, zorbalığını meşrulaştıracak kural koyucu yanını bütün mecralarda dayatması… Bu, dünya var oldukça tekrarlanacak ve artık kanıksadığımız eski bir hikâye…

Lennie Small akli melekeleri eksik olan, soyadının tersine iri, taşı sıksa suyunu çıkaracak güçte bir adamdır. Arkadaşı George Milton ise Lennie’ye göre ufak tefek ama zeki ve zorlu şartlara uyum sağlayabilecek bir yaratılıştır. Filme kaynaklık eden ve 1937 yılında basılan Fareler ve İnsanlar eseri için aynı yıl The New York Times dergisinde yayımlanan makalesinde Steinbeck, roman kahramanlarıyla aynı yollardan geçtiğini, hikâyenin geçtiği yerde çalıştığını ve Lennie karakterinin gerçek olduğunu söyler [1].

Çiftlikten çiftliğe dolaşarak hayallerindeki ev için para biriktiren bu iki adam her seferinde Lennie’nin açtığı belalarla baş etmek zorunda kalır.

GEORGE VE LENNİE

Kendi eksikliğimizi başka bir varlığın dolu yanlarıyla tamamlamak duygusundan mı yalnızlığın alt edici korkusundan mı, neden dost ararız? Bu filmi izlerken Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sindeki hikmetli meseli hatırladım:

Bir gün bir bilge kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da aileleriyle, ait olduğu yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek… 

Hattat İsmail Zühtü Efendi’nin leylek formunda besmelesi

O kadar farklıdır ki kuşlar ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine, öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğin de leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte koşar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar. 

O zaman anlar ki sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin arızalarını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabul ederler öylesine.

En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar, söner. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran.[2]

Lennie de o koca bedenine bir baş aramış ve George’u bulmuştur. Bunu anlamak zor değil. Lennie birçok şeyi akıl edemese de bunun farkındadır. George, onun için yeterince zalim olan bu dünyada iri bedenini dayayabileceği yegâne koltuk değneğidir. O nedenle de kuralları George’un koyduğu ve ara sıra kısıtlandığı bu dünyada mutludur. Belki daha da mutlu olabilirler. Biri akıl diğeri beden bağıyla yekvücut olmuş bu iki insanın, onları hayata bağlayan hayalleri de vardır. Gerçekleşmeyeceğini düşünsek bile hayaller insanı ısıtır ve hayata bağlar. Hayali olanın hayatla bağı kuvvetlidir. Lennie’nin George ile bağının nedeni bu denli açık iken George’un Lennie’yle arkadaşlığının dayanak noktasını hâlâ çözebilmiş değilim. Her fırsatta başına iş açmakta gecikmeyen bu koca bebeğe duyduğu bilinçsiz merhamet mi, kimsesi olmayanlara özgü yalnızlık korkusu mu yoksa “Sen olmasaydın hayatım daha basit olurdu!” cümlesinden hareketle hayatını anlamlandırma çabası mı? Belki hiçbirisi belki de hepsi. Bana kalırsa George her dediğine onun razı olacağı kadar itiraz eden bu çocuk adama artık alıştığı ve kopamadığı koruyucu, kollayıcı bir merhametle bağlıdır.

CANDY

Bu iki adamın arkadaşlığına yaşlı bir adam daha katılır. İhtiyarın kendi gibi yaşlı bir dostu vardır: Sadık köpeği. İşçiler koktuğu için kendileriyle aynı odada kalan hasta ve yaşlı köpekten rahatsız olurlar. Çiftlikteki zenci de aynı nedenden ötürü başka bir odada kalmaktadır. Kendine benzemeyeni yalnızlaştırıp kendi dünyasına hapsetme, işe yaramayanı hayat sahasından sürme, hepsi insan olmayı becerememiş insanlığın koyduğu kirli kurallar değil mi? İhtiyar ise her fırsatta onu başından vurup acılarından kurtarmayı teklif eden bu kaba saba adamlara daha fazla direnemez. Tek dostu kendi rızasıyla infaz edilen ihtiyarın, hayallerine ortak olacağı bu iki arkadaştan başka kimsesi kalmayacaktır. İhtiyar köpeğini neden kendi vurmadı? Cevabı merhamet… Peki sonrasında “Belki de onu kendim vurmalıydım” pişmanlığı? Cevabı yine merhamet… Sevilenin ölümü bile daha fazla inciteceği için başka ellere bırakılmamalı mı? İnsan sevdiğini öldürürken daha mı az incitir?  

CURLEY’İN KARISI

Filmin başlığı, Robert Burns’un To a Mouse (Bir Fareye) isimli şiirinden alınmıştır. Scots dilinde yazılan şiirin iki dizesi şöyledir: “En iyi planları farelerin ve insanların, sıkça ters gider.” Hayaller ne derse desin hayat bildiğini okur. Fakat insanı okutup adam edecek olanın “hayat” olduğu gerçeği insanı hayallerinden koparamaz. Elindeki kuru ekmeği dişlerken güzel bir yemek düşlemenin kime ne zararı var ki? 

Hayallerimize toslayan gerçeğe boyun eğdiğimizde yaşadığımız çaresizliği sesli ya da sessiz dillendirmek isteriz. Konuşmak bir çare arayışı değildir bilakis bizi anlamayacağına inandığımız ama sadece dinleyen biri bile daha fazla tercih edilebilir. İnsan bazen bebeğine anlatır derdini ya da dilsiz kuşuna. Curley’nin güzel ve bahtsız karısı onu yargılamadan dinleyecek tek kişinin Lennie olduğunu çok iyi biliyordu.

CROOKS

Çiftliktekilerin her öfke nöbetinde hırslarını ondan çıkardığı bu zavallı köle, ırkçı zihniyet tarafından aşağılanmanın, hayvandan aşağı muamele görmenin acısını uygun zaman ve zemin bulduğunda kendince daha zayıf olan Lennie’den çıkarır. Lennie’ye “Sen de herkes gibi zırvalıyorsun!” demesi dünyada en fazla kendisinin maruz kaldığı ötekileştirmeyle bir nevi rahatlamaya çalıştığını göstermiyor mu? Sonrasında ise o çok iyi tanıdığı kaba kuvvete maruz kalıp sinerek “İnsan yalnız kalınca deliye dönüyor!” savunması… Ne gariptir ki zayıf da kendinden daha zayıfı gördüğünde ezmeyi seçer.

AH LENNİE!

İyi ve kötünün sınırlarını öğreten aklın yokluğu ortaya çıkınca işler de sarpa sarar. İyi niyet de bu boşluğu doldurmaya yetmez. Aklın yokluğu, insanı her zaman mukayyet olunmaya muhtaç kılar. İnsana sınırlarını öğreten bir rehberdir akıl. Lennie önyargıları olmayan saf, sevgi dolu, iyi niyetli kalbine rağmen kendine tehdit unsuru olarak gördüğü her canlı için yırtıcı bir canavara dönüşebilir. Ona sınırlarını gösterecek bir frenden yoksun olduğundan severken de öldürebilir Lennie. Peki hazin soru: Bu onun başından vurularak öldürülen köpekle aynı kaderi paylaşmasını haklı çıkarır mı? Hangisi daha tehlikelidir? Zorbalığını her fırsatta zayıflara diş geçirerek sağlamlaştıran sözüm ona tam tekmil insan mı yoksa sadece canını koruma adına saldırganlaşan canavar mı? Lennie bu dünyada kendisine sataşan, saldıran o zorbalar kadar yaşamayı hak etmemektedir ve ölmelidir öyle mi? Onun da tesellisi, hayatta biricik dayanağı olan dostunun merhametli elleriyle hayallerini sayıklarken ölmesi olsun. 

. . .

İnsan her gittiği yere kendi cehennemini de götürdüğünden artık gidilecek bir yer kalmamıştır.

[1] Burcu Ülker, Aylık Öykü Seçkisi Kayıp Rıhtım, Fareler ve İnsanlar hakkında duymadığınız 15 Bilgi.

[2] www.fencebilim.com

About Post Author

Ayşe ÖZTÜRK

1974 Çorum doğumlu. Evli ve bir çocuk annesi. Kendi halinde bir okur-yazar. Kitapların dünyasından sinemaya bir pencere açtı. Bu engin deniz önünde şimdilik sahilde ayaklarını dinlendiriyor. Yüzme bilmiyor. Dalgıç olmak gibi bir hedefi yok. İddiasız. Çünkü iddiası olan sınanır. Sahile yazılan yazılar er geç silinir, olsun. Yazmak biraz eğleşmek biraz halleşmek için. Zaten kalıcı olan ne ki? Bir umut: Perdenin önündeki hayal de gerçeğini hatırlatır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

10  +    =  17

Başa dön tuşu