
Ozan Çelik ile Oyunculuk Mesleğini Konuştuk
Sayın Ozan Çelik,
Günümüz Türk Sineması’nda iyi erkek oyuncunun gereğinden az olduğu, belli rollere sıkışıldığı hemen her fırsatta dile getiriliyor. Ülkemizde son dönemde çekilen filmleri takip ediyor musunuz? Sizce de sinemamızda erkek oyuncu sorunundan söz edebilir miyiz? Belli yaş aralıklarına, belli rollere sıkışma durumu var mı?
Filmleri, dizileri elimden geldiğince ve sıkılarak takip ediyorum. Çünkü gerçekten son dönemde heyecanlanarak izlediğim çok az iş var. Bu başka bir mesele fakat söylemeden edemeyeceğim. İşim gereği tabii ki piyasadaki işleri takip etmek durumundayım fakat erkek oyuncuların az olduğunu düşünmüyorum. Tam aksine, benim emsalimde çok yetenekli oyuncular var. Fakat bu işlerin karar vericileri, yapımcıları, yönetmenleri ve cast direktörleri yeni oyuncularla çalışmaya, yeni oyuncuları keşfetmeye mesafeli duruyorlar. Hali hazırda görünen oyuncuları tercih ediyorlar. Ben bu konuda biraz kısmetliyim. Birçok bağımsız filmde oynayabildim. Fakat benden daha yetenekli ve çalışkan olduğunu düşündüğüm iki arkadaşım, şimdiye kadar hiçbir filmde oynayamadılar. Aynı durumda olan yüzlerce oyuncu var. Türkiye’deki yaklaşık 40 konservatuar her yıl en kötü ihtimalle 3 erkek oyuncu mezun verse toplam 120 oyuncu eder. Öyleyse nerede bu oyuncular? Orta yaş üzeri bir cast boşluğu var. Bunu 90’lardaki sinema ve dizi kuraklığına bağlıyorum.

Rol alacağınız bir senaryodaki oyunculuğunuza katkısı olsun diye başka oyuncuların performanslarını izler misiniz?
Başka oyunculardan feyz aldığım oluyor tabii ki. Ama özellikle bir iş için izlediğim performans olmadı. Hayal gücüme güveniyorum. Ama biraz…
Oyunculuğunuz için günlük hayatta gözlem yapar mısınız? “Gideyim de o rolün ortamını göreyim; tanışayım, fikir alayım.” gibi yöntemleriniz oldu mu?
Oyunculuğum için gözlemden ziyade, rolün gereği kadar o dünyaya dahil olmayı tercih ediyorum. Örneğin Sivas (2015) filmi için setten önce 2 ay kadar çekim yaptığımız köyde bulundum. Önümüzdeki yıl bir sinema filminde hırsızı oynayacağım ama gidip hırsızlarla takılamam. Bilmem, belki takılırım… Şimdi düşündüm de fena olmaz aslında…

Bir oyuncu olarak film, dizi izlerken ya da günlük hayatınızda takıldığınız hususlar oluyor mu? Meslek hastalığınız var mı? Nasıl bir şey?
Meslek hastalığıma izlerken değil de okurken daha çok yakalanıyorum. Senaryo ve edebiyat okumalarımda karakterleri içselleştirmede biraz aşırıya kaçıyorum ya da karakteri oynayarak okuyorum. Bu da hikayeyi kavramak için pek verimli olmuyor.
Günümüz piyasasındaki işlerde bizim kültürümüzden bir oyunculuk geleneği var mı? Varsa hangisini takip ediyorsunuz?
Oyunculukta belirli tarzlar ve gelenekler var. Fakat bizim geleneğimize uygun bir tarzın oyuncular nezdinde maalesef pek geçerliliği yok. Oyuncular geleneğimizden koptu ya da koparıldı. Örneğin bizim memleketin insanına has bir beden formu, jesti ve mimikleri vardır. Ama şimdi dizilere ya da filmlere baktığımızda çoğu oyuncularımızın Amerikalı ya da Avrupalı oyunculara öykündüğünü görüyoruz. Böyle oynandığı için artık geleneğimizden ahenkler göremiyoruz maalesef. Bu durumu aslında güncel hayatta da gözlemliyorum. Kültürel emperyalizmin ve onun sürecinde gelişen küreselleşmenin hayatlarımızdaki etkisi tahmin ettiğimizden daha büyük.

Bir filme dahil olma süreciniz nasıl işler? Senaryoyu okuduğunuzda size yabancı gelen hususlarla karşılaşıp zorlandığınız oldu mu?
Film için yapılan oyuncu seçmelerine katılırım. Deneme çekimi yapılır. Bundan sonra yönetmen hangi oyuncuyla çalışacağına karar verir. Aldığım rollerde zorlandığım hususlar oldu tabii ki. Mesela Dilsiz’in (2019) senaryosunu okuduğumda kültürümüzde bu kadar zuhur etmiş bir sanat dalından bihaber olduğumu fark edip hayıflanmıştım.
Oyuncunun filme hazırlığı için senaryo yeterli midir? Başka nelere ihtiyaç vardır?
Bir rol teklifi geldiğinde “Üzerime bu rol yapışır. Bu rolle tanınırım. O rolü aşmalıyım.” gibi düşüncelere kapılır mısınız? Mesela Dilsiz filmi, hüsn-i hat konulu olduğu için birçok oyuncu filmde yer almak istemedi. Sizin rolle ilgili endişeniz oldu mu?
Rolün, oyuncunun üzerine yapışması bir taraftan iyi bir taraftan kötü bir durum. Kötü olan tarafı, sonrasında da aynı roller gelir. İyi olan tarafı, iyi oynadığının kanıtıdır. Bizim memlekette izleyiciler geri bildirim konusunda elverişliler. Mesela Erol Taş kaç kere dayak yemiş…
Dilsiz’deki Sami, çizgileri çok belirgin bir rol değil. Bir oyuncunun üzerine yapışacak bir rol değil. Hat sanatıyla bu kadar yakından temas etmek benim için çok kıymetli oldu. Murat Pay’ı tanımak, onunla ahbap olmak keyifli bir süreçti.
Oyuncu olarak filmde kendinizi izlerken neler hissettiğinizi bizimle paylaşır mısınız? İlk başrolünüzü Dilsiz filmde oynadınız. Nasıl bir histi?
Orta sıklet boksörken birdenbire ağır sıklet maçına çıktım. Dilsiz’deki performansımı izlerken biraz tedirgindim. Çünkü oyuncu olarak sınırlar çok kısıtlıydı ama Murat hoca bana çok güven verdi. Sağolsun. Kendi adıma performansımı sevdim ve çıkan sonuca sevindim. Bir taraftan da insanın kendisini izlemesi çok gıcık bir şey. Oyunculuğun ne kadar sorunlu bir meslek olduğunu her filmde yeniden düşünürüm.

Hat sahneleri için eğitim aldınız mı? Hat öğrenme sürecini bir oyuncu olarak değerlendirir misiniz?
Hattat Cavide Pala hocadan hüsn-i hat dersleri meşk ettik. Sonra film ekibiyle birlikte geziler yaptık. Hat sanatı üzerine epey konuştuk. İslam Sanatı’nda Güzeli Anlamak [1] adlı bir kitabı okudum. Hat öğrenme süreci çok sancılıydı. Elim beceriksizdir. Ayrıca günümüzde hattı öğrenmek de çok zor. Çünkü hat sanatı sağlam bir maneviyat, sağlam bir disiplin, sağlam bir gönül istiyor. Şu an genç neslin sağlam bir kendini sevmek ve sağlamcasına kendini göstermek isteği var.
Tek başına oynamanın çok zor olduğunu söyleyen oyuncular var. Dilsiz filmde ayna, duvar, kağıt karşısında epey sahneniz var. Zor muydu?
Hayır. Beni filmde tek zorlayan şey görüntü yönetmeninin duvarı oldu.
Oynadığınız filme dışarıdan bir gözle baktığınızda yadırgadığınız bir şey oldu mu?
Dilsiz filmini bir kesimin abartılı bir şekilde sevip sahiplenmesi, bir başka kesimin de filme karşı inanılmaz derecede ön yargılı bakması, hiç dikkate almaması bana çok ilginç geldi. Bu durum beni bir hayli şaşırtmakla birlikte çokça da düşündürdü. Hatta bu süreci bir belgesele dönüştürmeyi bile düşündüm.
Başrol oynadığınız Dilsiz’de, asansörde kalan Sami’ye çaycı amcanın “Suyunu bilmezsin, kuyuya inersin.” dediği bir yer vardı. Oyunculuk da böyle bir bilinmezliğe cesaret etmek değil mi? Bir seyirci olarak baktığımda, günümüz insanının oyuncu olabilmesi için cıvatalarını gevşetmesi, hayattaki her şeye açık olması gerekliymiş gibi geliyor. Ne dersiniz?
Bisikletli sahne Türk Sineması’nda adeta sizinle mühürlendi. Epey yankı uyandırdı. Bisikletle aranız nasıl?
Bisiklet dünyanın en masum, en estetik ve tabiata en yakışan aracı bence.
Bir filmdeki rolünüzden etkilenip günlük hayatınıza aktardığınız oldu mu? Örneğin bir bisiklet süreyim, kalem ve mürekkeple yazayım… Böyle bir etkiye kapıldınız mı?
Bisikleti çok seviyorum ama İstanbul, bisikletli için zulüm. Dilsiz filminin set öncesindeki hüsn-i hat meşk çalışmalarımın müsveddelerini saklıyorum. Onlarla ilgili bir kısa film yapma isteğim var. Film bittikten sonra Mim Kemal hoca bana bir yelek hediye etti. O yelek bana ilk giydiğimde cuk oturdu ama şu an olmuyor. Büyük geliyor. Şimdi, o nesne bana bir şeyler söylüyor mu yoksa ben mi büyütüyorum? Bilemedim…
Ozan bey, samimi cevaplarınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Teşekkür ederim.
[1] Mustafa Uğur Karadeniz, İslam Sanatlarında Estetik: Güzeli Anlamak, Ketebe Yayınevi, 2020.