
Şiirsel Sorgulama
Yasujiro Ozu’nun 1951 yapımı Bakushu (Erken Gelen Yaz) filmi nesneler, kıyafetler, müzikler ve mekânlar yoluyla oluşan atmosferle izleyiciye Japon kültürüne ve Japon halkının yaşadığı kültürel kırılmalara dair bilgiler sunuyor. Bu unsurların her biri birer kültür nesnesi olarak filmde yerini alıyor. Aynı zamanda bu unsurlar, zıtlarıyla beraber filmde yer alarak filmin içeriğinde de vurgulanan geleneksel medeniyet ve kültür kodlarına sahip çıkma ile Batılılaşma arasında kalan Japon halkının yaşadığı ikiliklere de biçimsel açıdan katkıda bulunuyor. Böylece film içerik-biçim tutarlılığını yakalıyor.

Bu enformatik yönünün dışında film hem aile ve evlilik gibi toplumsal kurumlar hem de bağlılık ve parçalanma ya da iletişimsel ve fikirsel yakınlık ve uzaklık gibi soyut kavramlar düzleminde inceleme yapıyor. Ancak aslında özgürlük ve mutluluk sorunsallarını inceleyerek toplumsal-felsefî bir incelemede bulunuyor. Kime göre mutluluk, kime göre özgürlük, ne, nasıl ve niçin? Bu anlamda film birçok açıdan yerel olsa da evrensel problematikler üzerinden ilerliyor.
Filmin karakterlerinden Noriko, filmin sonlarına doğru bu özgürlük ve mutluluk sorunsallarına cevabı “güven” kavramıyla veriyor. Evlenmek isteyeceği adamı kendi seçerek özgür bir eylemde bulunuyor ancak özellikle kadının özgürlük alanını kısıtlayıcı olduğuna inandığı evlilik olgusuna aşk için değil; söz konusu adam güvenilir olduğu için ve bu şekilde mutlu olacağına inandığı için yakınlaşıyor. Özgürlüğünden ancak güven için vazgeçebiliyor ve bunun mutluluk getireceğine de inanıyor. Yönetmen şu temel hakikate atıfta bulunuyor olsa gerek: İnsan denilen varlık anne karnından ayrıldığı andan ölene dek her zaman ve her şeyde o ilk yuvasındaki huzuru ve güveni arar; oradaki sesi, sıcaklığı, dinginliği… Biçimsel olarak, film boyunca gösterilen “kafesteki kuşlar” imgesi izleyiciyi yine özgürlük sorunsalına ulaştırıyor. Filmin son sahnesinde Noriko’nun uzaklara gidişi üzerine konuşurken babanın “fazlasını istememeliyiz” ve annenin de cevap olarak “mutluyduk” demesi yine “mutlu olmak” sorunsalına Doğulu bir cevaptır. Bu sahnede Doğu insanın kanaatkârlığına ve bununla mutlu olmasına vurgu yapılarak çok büyük problemler yaşamayan birçok insanın Batılı maddeci mutluluk(!) arayışına girmekten dolayı mutlu hissedememesine bir gönderme yapılmaktadır.

Doğrudan bir mesaj olarak geçmese de “aile” olgusuna satır aralarında, filmin genelinden izleyicinin algısına ulaşan bir yapıyla öncelikli bir gönderme var. Toplumun temelinin aile olması ve Batı tarzı modernleşmenin ifrat derecesinde bir bireyselliği öngörmesi aynı anda düşünülecek olursa geleneksel kültürel kodlardan yana olduğu açık olan yönetmenin bu vurguyu neden yaptığı anlaşılacaktır. Filmin neredeyse tamamının iç mekânda geçmesi de yine biçimin içeriği destekleyerek tutarlılığı oluşturmasına dair bir yapı taşı olarak gösterilebilir.

Kendi kültüründen vazgeçerek modernleşme sürecine vurgu yapılan unsurlara örnek olarak restoran, kravat, çan sesi, bazı müzikler, golf vb. verilebilir. Yönetmen, toplumun değişimlere dair negatifini çıkarıyor. Filmin hikâyesi müsait olsa da yönetmen, melodramdan kaçınmış ve klasik dramanın birçok unsurunu törpüleyerek kullanmış. Buna ek olarak yönetmenin, filmin neredeyse tamamını alt-karşı açıdan ve kamerayı neredeyse hiç oynatmadan çekmiş olması, böylece izleyicinin katılımına da müsaade eden bir yapı kurması ile kendi stilini de oluşturduğunu görüyoruz. Filmin ortamlarındaki sadelik, kameranın kıpırtısız/durağan oluşu, tematik olarak öykünün iniş çıkışlı/gerilimli olmaması gibi nitelikleriyle film minimalist ve şiirsel bir yapı içinde izleyiciyi yormadan ciddi konularda sorgulamaya ve düşünmeye götürüyor.