SİNEMAYA DAİR

Türk Sineması’nın Kör Noktalarını Nereden Okuyabiliriz?

30'lu ve 80'li Yıllara Dair Bir Kaynak*

*Abisel, Nilgün. Türk Sineması Üzerine Yazılar. Ankara: Phoenix Yayınları, 2005.

Türk Sineması’nın Görünen ve Görünmeyen Dönemleri

Türk Sineması’nın tarihini araştırmaya başladığınızda birkaç temel kitapla karşılaşırsınız. Giovanni Scognamillo’nun, Burçak Evren’in, Nijat Özön’ün, Alim Şerif Onaran’ın tarih çalışmaları bunlardan bazılarıdır. Bu tür kaynakların genel yapısı ilk bakışta biraz karmaşık gelebilir ve okuyucuyu zorlayabilir. Çünkü tarih kitaplarını okurken kronolojik bir akış beklentisi içine gireriz. Sinema tarihi yazanlar için ise kronolojik bir sıra takip etmek oldukça zordur. Sektörün kendi içinde bir akışı olduğu gibi yönetmenlerin, film yıldızlarının, yapımcıların da bireysel biyografileri içinde görünürlüklerinin arttığı ve azaldığı dönemlere rastlanabilir. Bu yüzden Türk Sineması’nın tarihi yazılırken kişiler mi temel alınarak bir tarih yazmaya girişmelidir yoksa sektörün gelişimi mi temel alınmalıdır gibi sorular ilk bakışta gündeme gelir. Bütün bunları bir arada gözetirken bir şeyleri atlamamak gerçekten zordur. Bu yazarlar da böylesi zorlu bir işe giriştikleri için çalışmalarında zaman çizgisinde geri dönüşler, ileri dönemlere referanslar, arada atlanılmaması gereken isimler ve detaylar ile birlikte zaman çizgisi üzerinde ileri-geri gidişlerle karmaşık bir serüveni tamamlarlar. Baştan sona bir Türk Sineması tarihi yazmanın zorluklarını ve bu konuda nasıl bir akış (ya da alternatif akışlar) takip edilebileceğini şimdilik bir başka yazıya bırakıyor ve dönemler göz önünde bulundurularak Türk Sineması’nı ele aldığımızda nelerle karşılaşacağımıza bir bakıyoruz.

Türk Sineması’nın dönemlerine odaklanarak derinlikli bir araştırma yapmak istediğinizde ilk bakışta dönemler arası geçişler çok net olmadığı için bahsettiğimiz ileri-geri kronolojik sıçramalar kaçınılmaz olur. Yine de belli başlı dönemlendirmelerin yukarıda da saydığımız Türk Sineması tarihi yazarları tarafından genel olarak kabul gördüğünü ve sınırların hemen hemen aynı yerlerden çizildiğini görürsünüz.

Balkan Harbi sırasında sinemaya dair kaleme alınmış bir arşiv belgesi, 1913.

1890’ların sonundan 1930’lara gelinceye kadarki dönem, “erken dönem” olarak ele alınır ve bu dönemde seyirci sinema aygıtıyla tanışır. Henüz kurgusal film üretimi ve oturmuş bir sektör yoktur. Bu döneme dair kaynakların çoğu Osmanlı alfabesi ile kaleme alınmış süreli yayınlar ve devlet arşivlerindeki belgelerdir. Kaynakların sayıca fazla olmasına karşılık henüz yeterince ele alınabildiğini ve tam olarak incelendiğini söyleyemiyoruz. Takip eden dönem, yani 1930’lu yıllar da erken döneme dâhil edilir ve yine hakkında henüz çok araştırma yapılmamış ve genellikle o yıllarda ön plana çıkan yönetmen/yapımcı olan Muhsin Ertuğrul ile bağdaştırılmış bir dönemdir bu. Bu döneme dair bilgi edinmek istiyorsanız siz de kendinizi Muhsin Ertuğrul çevresinde yazılanlar etrafında dolanırken bulabilirsiniz. Ancak araştırmayı derinleştirdiğinizde dönemin öne çıkan özelliklerine parça parça değinen bazı kitap bölümlerine, tezlere ve makalelere rastlayabilirsiniz.

1940’lar bir ara döneme, sinema tarihçilerinin çoğunun “geçiş dönemi” adı verdikleri bir genç yönetmenler dönemine tekabül eder ve sinemanın yapım tarafının bu yıllarda ilk defa canlanmaya ve çeşitlenmeye başladığı görülür. Bu gençlerin ortak özelliği yurt dışında eğitim alıp 40’ların ortalarında patlak veren II. Dünya Savaşı nedeniyle ülkeye dönmeleridir. Böylelikle deneme-yanılma yoluyla yapılan filmler sayesinde ilk defa sektörel anlamda bir hareketlenme görülür. 1950’ler ve 60’ların başında “ilk usta yönetmenler” adı verilen bir nesil yetişir ve bir sinema dili geliştirilmeye çalışıldığı görülür. Metin Erksan, Ömer Lütfi Akad, Memduh Ün, Atıf Yılmaz Batıbeki gibi yönetmenlerin adını duymaya başlarız. Ancak bir sektör olarak yoğun üretimin başlaması hepimizin Yeşilçam Dönemi olarak bildiği 60’lı ve 70’li yıllardır. Sonrasında sektörün zora girdiği, 1970’lerin sonundan 1990’ların sonuna kadar uzanan, Türk Sineması için bir “kriz dönemi” olarak nitelendirilen dönemle karşılaşırız.

Özetle, Türk Sineması üzerine bir araştırma yapmaya kalkıştığınızda bazı dönemlerin ön plana çıktığını, bu dönemlere dair kaynakların sayıca fazla olduğunu ve üzerine yazılanların henüz bitmeyip hâlâ devam ettiği oldukça bereketli zeminler olduğunu görebilirsiniz. Ancak hakkında hâlâ çok bilgi sahibi olmadığımız bazı onyıllar vardır ve üzerinde yazılanların azlığının doğurduğu kaynak yetersizliği problemi nedeniyle bu dönemleri araştırmaya herkes yanaşmaz. Sinema tarihi anlatılarında da bu dönemlerin hızlıca geçildiğini, dolayısıyla hakkında çok bilgi sahibi olamadığımız kör noktalar olarak kaldıklarını söyleyebiliriz. Yukarıda en kısa hâliyle ele almaya çalıştığımız dönemlendirmede, Muhsin Ertuğrul ile bağdaştırılmış 1930’lar ve sektörün krize girdiği 1980’ler bunlardandır. Şimdi ele alacağım kitapta ise bu dönemlere dair diğer kaynaklarda pek rastlamadığım, çoğunlukla gözden kaçan bazı bilgilerle karşılaşıyoruz. Bu yüzden kitabın tamamına değil ama özellikle bu kısımlara vurgu yaparak dikkatinizi çekmek istiyorum.

Kör Noktalar: 30’larda Sinema ve “Çevresi”

Alanda yıllardır araştırmalarını sürdüren Nilgün Abisel’in Türk Sineması Üzerine Yazılar başlığı altında kendi yazılarından bazılarını derlediği kitabı; sinema tarihini yakından takip eden nitelikli araştırmaların yanında, olayların üzerinden henüz çok zaman geçmemişken kaleme alınan bazı saha değerlendirmelerini de içerdiği için zihnimizdeki bazı sorulara o günden cevap veren bir çalışma. Tamamı yedi ayrı makalenin bir araya gelmesinden oluşan kitapta Yeşilçam Sineması’nın anlatı yapısını, demokrasi ile ilişkisini, kadınlara yönelik oluşturduğu dilin ve arkasında yatan siyasî kaygıların incelendiği bölümlere rastlayabilirsiniz. Bunlar da oldukça kıymetli ve örneklerle zenginleştirilmiş bölümler olmakla beraber, yukarıda bahsettiğim bazı önemli boşluklara değinen iki dönemsel yazıya ayrıca dikkat çekmek istiyor ve biraz açmak istiyorum.

Bunlardan birincisi kitabın ilk bölümü, yani 1928-1938 yılları arasında sinema faaliyetlerinin izlerini o dönemki yayınlar üzerinden takip eden bölüm. (1928 yılında alfabe değişikliği yapılarak Latin harflerinin kullanılmaya başlaması muhtemelen bu dönemlendirmeyi yapmakta etkili olmuştur.) Bu dönemde diğer kaynaklarda kimi zaman eleştirilerek, kimi zaman da övülerek ele alınan “Muhsin Ertuğrul tekelinde gelişen Türk Sineması” sabit anlatısının dışına çıkaran Abisel hem sektör açısından, hem entelektüellerin sinemaya bakışı açısından, hem de zabıt cerideleri gibi hukukî metinlerden yola çıkarak derinlikli bir sinema araştırması yürütüyor. Tiyatro kökenli sanatçıların etkisinde gelişen sinemanın neden bir yandan aynı sanatçılar tarafından tiyatrodan daha aşağı konumlandırılmış olabileceği sorununa değinmeyi ihmal etmemekle beraber, bu konu üzerinde çok fazla vakit kaybetmiyor ve diğer kaynaklar üzerinden sinemanın izlerini sürmeye devam ediyor. Sadece sinema dergileri değil, dönemin birçok popüler yayınında sinemaya dair yayınlanan yazılarda, hatıratlarda entelektüellerin sinemaya bakış açısını tespit etmeye girişen daha geniş bir pencereden konuya yaklaşıyor. O yıllara hâkim kültürel tedirginlikler, örneğin Batılılaşma meselesi ve bunun sınırlarının nerede çizilmesi gerektiği, devletin sıkıca sarıldığı inkılâpların Batı kaynaklı olmasına karşılık Hollywood filmleri vasıtasıyla dolaşıma giren yeni hayat tarzının yarattığı ahlakî tedirginlik gibi meselelerin peşine düşülerek hem dönemin genel kültürel arka planına hem de sinemanın nasıl bir çerçeveye oturduğuna dikkat çekiliyor. Bununla da sınırlı kalmayarak bir yandan zabıt ceridelerini de mercek altına alan Abisel; sinemaya dair alınan kararlar, yasaklar, sansür tartışmaları, gümrük vergileri ve denetim gibi konuları da araştırmasına dâhil ederek çalışmanın kapsamını genişletiyor. Bunu yapan diğer araştırmacılardan farkı ise zabıt ceridelerinde yahut sansüre dair toplantılarda tartışılan konuların dikkat çekici kısımlarının alıntılarla, yani toplantı esnasında söz alan polislerin ve bilirkişilerin kendi ağzından sarf ettiği şekliyle  aktarılmış olması. Bu sayede çoğunlukla olduğu gibi sadece araştırmacının gözünden değil, adeta bir yolculuğa çıkarak o günlerdeki kaygıları birinci ağızdan bizzat okuma şansını buluyorsunuz. Bununla birlikte sadece ne tür sinema filmlerinin ithal edilip gösterime sokulabileceğine dair değil, aynı zamanda gelişmekte olduğu varsayılan ülkeden ne tür görüntülerin çekilip yurt dışına gönderilmesine izin verilebileceğine dair düzenlemelere de rastlıyoruz. Bu bakımdan 30’lara dair en kapsamlı ve sağlam araştırmalardan birini en özet hâliyle Nilgün Abisel’in bu çok yönlü araştırmasından okuyabilirsiniz demek yanlış olmaz.

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey:

– Efendim anladım ve arz ettim. […] Sanat yapmıyorsa polis, ne yapıyorsun gelip bakacağım diyecektir. Şunun bunun merakını uyandıracağım diye memleketimizde fena şekiller arayan ve ihdas eden bir filmden vatanımız için, memleketimiz için, menafii için bir şey yoktur. ‘Neresini alıyorsunuz beyefendi göreyim’ diyecektir. Türklere icap ettiği kadar ruhsat verilir. Diğerlerine de kayıt konur. Kendilerinin endişeleri nizamnamede bertaraf olacaktır.

Hakkı Tarık Bey:

– Beyefendinin izahlarına teşekkür ederim. Maksatlarımızda birlik vardır. Fakat nizamnameye bazı kayıtların konması gerekir. […] Türkiye dahilinde bu kabil filmler, zaten polisin ve hükümetin tetkikinden geçecektir. Fakat ben de kendileriyle birlikte teyit etmek isterim ki, Türkiye’nin haricine gitmesine mani olacak tedbirler alınmalıdır. Onun için şöyle bir formül tesbit ettim: ‘Aktüalite filmleri, bu filmleri çekecekler tarafından daha evvelden haber verilmesi bu kaydın haricindedir’ diye bir hüküm konulmasını istiyorum. Eğer Vekil Bey, bunu nizamname ile temin ederse mesele yoktur. [1]

Bu dönemde dikkat çeken tartışmalardan biri de o dönemde sinemanın sanat mı, tüketim sektörüne dâhil edilebilecek bir eğlence alanı mı, yoksa eğitimde kullanılabilecek bir araç mı olduğu üzerine. Bu bağlamda sinema salonlarında gösterilen uzun metraj filmlerden önce eğitici içerikli bazı kısa filmlerin gösterilmesine, dönemin Halkevleri’nde gösterilen filmlerin neye göre seçildiklerine ve bazı “aydınların” bu konudaki fikirlerine kadar pek çok detayı bir arada bulabiliyoruz. Sektöre devlet müdahalesi boyutundan tutun entelektüel çevrelerde sinemanın halk üzerindeki etkisine, bununla da kalmayıp sinema camiası içerisinde sanatsal boyutuna dair tartışmalara kadar hemen hemen tüm görüşler araştırmaya dâhil edilerek yazılmış bir dönemsel inceleme diyebiliriz. Yani bu bölümde genel olarak 30’lu yıllarda hem sinemanın içinden, hem de çevresinde oluşan tartışmalar üzerinden geniş ve kapsamlı bir dönem haritası çizildiğini, neredeyse hiçbir konunun ya da kaynağın atlanmadan bütünlüklü bir şekilde bir araya getirildiğini görebiliyoruz. Türk Sineması üzerine bir araştırma yürüten ya da sadece kişisel merak ile 1930’larla ilgilenen okuyucular için en kapsamlı araştırmalardan biri, Nilgün Abisel’in bu kitabının ilk bölümü yani “1928-1938 Dönemi Türkiye’sinde Sinema Üzerine ‘Düşünceler’”. İlk bakışta tırnak içine alınmış “düşünceler” ile Abisel’in fikirlerini ortaya koyduğu deneme tarzı bir yazı okuyacağımız hissini alsak da burada kastedilenin aslında o dönemde sinemaya dair ortaya konulan ve tartışılan “düşünceler” olduğunu, yürütülen incelikli araştırmayı okuyunca anlıyoruz. 

Sinemanın Kriz Yıllarında Sektörel Bir Alternatif

Gelelim bir diğer dikkat çekici bölüme. Sinema tarihlerini okurken hemen hemen birçok kaynakta hızlıca geçilen bir diğer dönem de Yeşilçam’ın kriz yılları olarak bilinen dönem ve hemen arkası, yani 70’lerin sonlarıyla başlayıp neredeyse 90’ların ortasına kadar uzanan dönem. Bu yıllarda sinemanın bir üretim krizine girdiği zikredilir. Krizi derinleştiren; maddî kaygılarla film salonlarının o dönemin genel izleyicisi tarafından gayrıahlakî bulunan filmlerin gösterimine başvurması, bu durumun genel seyirciyi sinema salonlarından uzaklaştırması, televizyonun evlere girmesiyle de salonların ciddi anlamda seyirci kaybetmesi, türkülü ya da arabesk filmler olarak bilinen ve çoğunluğu şarkı ile geçen filmlerin sinema dilini değiştirerek müzik sanayisine hizmet eder konuma getirmesi gibi sebeplerdir. Hemen hemen bütün kaynaklarda benzer şekilde özetlenen bu yıllar “kriz yılları” adıyla anılarak dönem sonlandırılır.

Nilgün Abisel ise 1989’da, yani 80’li yılların hemen sonunda kaleme aldığı bir yazıyı kitabının bir bölümü olarak sunuyor ve bu yıllara yakın mercekten bakmaya imkân veriyor. Özellikle sinema tarihi kaynaklarında detaylarına pek rastlamadığımız bu ara dönemde genellikle gözden kaçan bir sektörel olay ise “video kasetler için film yapımı”. Abisel, oldukça zor durumda olan yapım şirketleri için bu dönemde bir “mucize”, bir çıkar yol olarak görülmesi yönüyle konuyu ele alıyor ve gerçekten de batmak üzere olan yapımcıların nasıl bir süre daha devamlılıklarını sağladıklarına detaylı olarak değiniyor. Konu, bir yandan cılız da olsa film yapımının ve dolaylı olarak sinema sektörünün devamlılığı, diğer yandan da dış göç meselesiyle birebir bağlantılı olması bakımından ilginç.

Özellikle 1960-70’lerde hızlanan dış göç hareketiyle işçi olarak yurt dışına gitmiş olan Türklerin kendi dillerinde film izleme ihtiyacı üzerine, o yıllarda yaygınlaşmaya başlayan video kasetler aracılığıyla Türkiye’den film götürülmeye başlanması süreci, zamanla sektöre yeniden hareket verir ve yapım şirketleri hem ellerindeki eski filmleri, hem tamamlanmamış filmleri hazırlayarak yurt dışına göndermeye başlar hem de zamanla bu spesifik kitlenin talebi üzerine filmler üretilmeye başlanır. 1985-86 yıllarında yıllık film sayısı (Yeşilçam kadar fazla olmasa da) yeniden artar ve video kasetler altın çağını yaşar.

Ancak film içeriklerinin değişmemesi, aynı kalıpların tekrar edilir olması, seyircinin  bunlardan hızla sıkılması; diğer yandan sinema üzerine eğitimli bir seyircinin yetişmesi, estetik hassasiyetle sinemaya yaklaşmak isteyen yönetmenlerin ve seyircilerin sayısının artması, festival kültürünün yaygınlaşmaya başlaması ve Türk yönetmenlerden bazılarının yurt dışındaki festivallerde adını duyurması gibi sebeplerle 80’lerdeki bu furya da kısa sürede etkinliğini kaybeder ve video kaset için film üreten şirketler ellerinde satamadıkları filmlerle kalırlar. (Bir ara not olarak, çabuk ulaşılabilir ve tüketilebilir bu video kasetleri seyirciye yetiştirmek için çabalayan ve dolayısıyla gittikçe konu sıkıntısına giren, tekrarlara düşen o günkü yapımcıları bugünkü dijital platformlara dizi yetiştirmeye çalışan yapımcılarla yan yana düşünmeden edemiyorum. O gün sektöre yön verecek gibi görünen bu furya, bugün de tekrar yaygınlaşan bu “binge-watching/tıkınırcasına izleme” alışkanlığının akıbetine dair bir ipucu verebilir belki.)

1980’lerdeki bu olayı ele alan “Türk Sineması’nda Film Yapımı Üzerine Notlar” başlıklı bölümde diğer sinema tarihlerinde pek değinilmeyen bir diğer nokta da yapımcılar, senaristler, yönetmenler dışında film sektöründe en az onlar kadar söz sahibi olan ve genellikle gözden kaçan “bölgesel film işletmecileri”ne değinilmesi diyebiliriz. Bu işletmeciler, Anadolu’nun belli bölgelerine dağılmış vaziyette, her sene hangi bölgede ne tür filmlerin daha fazla izlendiğini takip ederek filmleri yapımcılardan alıp bölgelerdeki seyirciye ulaştıran kimseler. Ancak zamanla yapımcıların maddî sıkıntılar çektikleri dönemlerde verdikleri avanslarla onların bir sonraki filmlerini finanse edecek konuma gelerek yapımda söz sahibi olmaya başlarlar. Seyirci taleplerini takip ederek yapımcılara film siparişleri vermektedirler. 1980’lerdeki video kaset ihracatının yürütücüleri olan işletmeciler de böyle bir konumda oldukları için konuyla bağlantılı olarak bu başlık altında ele alınmışlardır. Genel olarak bakıldığındaysa sinema tarihlerinde çoğunlukla gözden kaçan bu grubun hem sektöre yön vermeleri hem de içerik üzerinde söz sahibi olmaları bakımından önemli bir konumda oldukları unutulmamalıdır.

Kitabın diğer bölümleri Türk Sineması’nda ailenin ele alınışı, ideal görülen kadın temsilinin özellikle kadın izleyiciyi hedef alan filmlerde sunuluşu, şiddetin Yeşilçam Sineması’nda kullanımı ve demokratik bir düşünme sisteminin Yeşilçam Sineması dâhilinde olanaklarına değiniyor. Bu kısımlar da oldukça kıymetli ve detaylı araştırmalar olmakla beraber ben bu yazıda özellikle sinema tarihi kaynaklarında sıkça karşılaşmadığımız, gözden kaçan ve oldukça önemli boşlukları doldurmaya yönelik iki bölümü ön plana çıkarmak istedim. Gerek sinema araştırmacıları, gerekse sinemaseverler için ilk bakışta sinema tarihi kitaplarında pek rastlanmayan bu bilgilerin ve kaynaklarda hızlı geçilmiş bu dönemlere dair değinilen yukarıdaki detayların dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Türk Sineması Üzerine Yazılar, belki kitabın adından ötürü ilk bakışta bir sinema tarihi gibi görünmüyor olabilir ama onun karanlıkta kalmış ve biraz daha aydınlatılmayı bekleyen dönemlerine dair detaylı ve nitelikli araştırmaları içermesi dolayısıyla oldukça önemli ve gözden kaçmaması gereken bir kaynak.

[1] Zabıt Cerdesi, Devre 4, Cilt 23, İçtima 3, 77. İnikat, 4.7.1934, s. 406. Aktaran Nilgün Abisel, Türk Sineması Üzerine Yazılar, Ankara: Phoenix Yayınları, 2005, s. 56.

About Post Author

Z. Nihan DOĞAN

1992 İstanbul doğumlu sinema araştırmacısı. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra, Şehir Üniversitesi Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2018 yılında “Sinema Dergileri Üzerinden Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Sinema Kültürü İnşası (1923-1928): İşletme, Yıldızlar ve Seyirci” başlıklı tezini savundu. Aynı yıl girdiği Galatasaray Üniversitesi’nde Medya ve İletişim alanında doktora çalışmalarına halen devam ediyor ve yakın dönem Türk Sineması üzerine tez çalışmasını sürdürüyor. İlgi alanları arasında yerli sinema tartışmaları, tüketim kültürü, postkolonyal incelemeler ve göstergebilim yer alıyor. Müzik araştırmaları ve Klasik İslam Sanatlarını ilgiyle takip ediyor, tezhip öğreniyor, kamera arkasında olmayı ve fotoğraf çekmeyi seviyor, yakın bir süreden beri Japonca öğreniyor. Sinema Güncesi’nde Uzakdoğu Sineması’nı, güncel popüler kültür araştırmalarını ve alandaki akademik çalışmaları takip ederek aktarmayı hedefliyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3  +  2  =  

Bunlar da ilginizi çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu