FİLM

Mümkün Saadetler: Aşk, Muhabbet ve Ölüm

Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde

Yahya Kemal

İnsanın en büyük arayışı saadet olmuştur şu dünyada. Dinler ebedî mutluluğun reçetesini sunmuş, bilimler mutluluğu aramış, modern ideolojiler mutluluğun hayalini satar olmuşlardır. İslâm’ın ve özellikle İslâm’ın sûfî yorumunun insanın mutluluk arayışına cevabı kabaca anı yaşamak şeklindedir. Ne geçmişin elemiyle üzülmek ne de geleceğin endişeleriyle hüzünlenmek, ânın gereği olan kulluk ne ise onu yapmak. Buradan bakıldığında ölümle hayatın ya da zenginlikle fakirliğin bir farkı olmaz insan için. Ölüm de mümkün saadetlerden biri olur yaşam da sevmek de mutluluk vesilesi olur sevilmemek de…

Selman Kılıçaslan’ın Bütün Saadetler Mümkündür (2017) filmi içimizden biri olan bir üniversite öğrencisinin, Ali’nin hikayesi üzerinden bugün mutluluğun nerede olabileceğine dair bir sorgulama imkânı sunuyor seyirciye. Sıradan kahraman Ali, bir arayış içerisinde. Büyük bir arayış. İnsanın en büyük yitiği olan mutluluğu, huzuru arıyor Ali. Bu gibi arayış süreçlerinde insanoğlunun kimi zaman çaresizlikle ilk tutunduğu dal olan aşka tutunuyor Ali de. Bir de pek çok gencin yaptığı gibi yeni yerler gezip görmek, yeni insanlar tanımak istiyor, bu amaçla Erasmus öğrenci değişim programına başvuruyor, belki aradığımı orada bulurum ümidiyle.  Hâsılı yola çıkıyor Ali. 

Niyeti hâlis olduğu için belki de yolculuğun henüz başlarındayken, daha çok yara almamışken, Ali’nin karşısına mutluluğun daha risksiz ve kestirme bir vesilesi çıkıyor: Mevlüt Amca. Hakkında hemen hiçbir şey bilmediği Gülce’ye duyduğu aşk, onu kısa süre sonra Mevlüt Amca’yla ve daha da önemlisi, mutluluğa ve esasen hakikate ulaşmada aşktan daha salim bir aracı olan muhabbetle ve ölümle tanıştıracaktır.

Bu, sûfîlerin kadim problemlerinden biridir, aşk mı yoksa muhabbet mi bizi Hakk’a iletir? Bu soruya çok çeşitli cevaplar verilmekle beraber üzerinde daha çok ittifak edilen görüş aşkın riskli bir duygu olduğu, zira aşkta insanın esasen sevgilisini değil; onda kendini, onun kendisini sevmesini sevdiği şeklindedir. Muhabbet ise daha masum bir duygudur, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” (Mâide 5/54). Zira, Allah-kul ilişkisinde Kur’ân-ı Kerîm’de de muhabbet kelimesi kullanılmıştır, aşk değil. 

Ali bu marifet/hakikat/mutluluk yolculuğunda Gülce’nin aşkından, Mevlüt Amca’ya duyduğu muhabbete geçecek, bu ise onu mümkün saadetlere götüren esas yol olacaktır. Nitekim Gülce, Ali’nin aşkına anlam dahi veremezken Mevlüt Amca, Ali’nin sevgi ve saygısına karşılık verecek, o da onu sevecek ve ondan ayrılmak istemeyecektir. Gelen bakıcı adaylarını reddetmesi esasen bundandır.

 

Yolculukta önemli bir araç da ölümdür. Dünya hayatı topyekün ölümle süslenmiştir. Burada yaşadığımız mutluluklar hep ölümle maluldür. Bir noktada hepsi bitecektir. Fakat Mevlüt Amca bu noktada da Ali’ye rehberlik edecek, onu ölüm düşüncesine, dünyada her şeyin, en başta da saadetlerin fâni olduğu düşüncesine alıştıracaktır. Dolayısıyla “varsa bir saadet, onu (ölümü) kabul etmede” olduğunu gösterecektir ona. Son tahlilde ölüm düşüncesi mutlulukları kesen bir “balta” değil, onları ebediyete uğurlayan bir salâ, bir ezgi, bir ilahi musiki olacaktır. Ölüm, saadetin ebedileşmesi için olmazsa olmazdır. “Mümkün” tüm saadetlerin bitimsiz bir hayat kazanması ancak ölümle mümkündür. Bunu gösterir Mevlüt Amca Ali’ye, şairin dediği gibi: “Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde.” Filmin başında ve sonunda Ali’nin, yol arkadaşı Osman’la konuştuğu “şehrin öte yakasından koşup gelen” hakikat erinin akıbeti de “âsûde bahar ülkesi” olacaktır. Fakat orada ilgi çekici bir detaya dikkatimizi çeker yönetmen. O hakikat yolcusu kimi zaman ölmez, öldürülmez, şehirde hakikatten bîhaber olanlarla birlikte yaşamaya devam eder. Ancak bu sefer konuşarak değil susarak anlatır hakikati/saadeti. Osman, Ali’ye bu yolun da mümkün olduğunu, şehri terk etmeden de saadetin mümkün olabileceğini göstermek ister. Ali zaten kendi serüveniyle, özellikle Mevlüt Amca’yla ilişkisi sayesinde bunu öğrenmiştir. Yûnus’un dediği gibi: “Hakk’ı arar isen kalbinde ara, Kudüs’te Mekke’de hacda değildir.”

Bütün Saadetler Mümkündür, post-modern zamanlarda yaşayan biz sıradan insanlar için de saadetlerin halen mümkün olduğunu gösteren, seyirciye umut aşılayan bir yapım. Bu açıdan, yönetmen Selman Kılıçaslan’ın senaryosuna ortak olduğu Dilsiz (2019) filmiyle de paralellikler barındırıyor film. Dilsiz geleneğin bugün de yaşanabileceğine ve insana huzur verebileceğine dair imkanları sorgularken, Bütün Saadetler Mümkündür de insanoğlunun her zaman ve zeminde aşkın olanla, ölüm ve ötesiyle irtibat kurabileceğine, bunun insanı ölümsüz bir mutluluğa ulaştırmada aşktan daha kestirme bir yol olabileceğine dair sorgulamalar içeriyor. Bunu yaparken hep sıradan olanın, “içimizden” olan hikâyelerin seçilmiş olması filmin sahiciliğini artırıyor.

Ziya Osman Saba’nın, filme adını veren şiirinden, ölümle saadet arasında irtibat kurduğu dizeleriyle bitirelim: 

 

Bütün saadetler mümkündür…

[…]

Ana, baba, evlât, bütün kaybolanlar…

Ebedî bir sabahta buluşmamız bir daha.

Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allah’a…

 

About Post Author

Abdullah Taha ORHAN

Manisa'da dünyaya geldi (1987). İstanbul'da siyaset okudu (2004). Aradığını bulamadı. Tasavvufa merak sardı. Doktora yaptı (2019). Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi'nde okumaya, izlemeye devam ediyor. Tasavvufun anlam dünyasının perdeye yansıtılabilme imkanını seviyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

62  +    =  65

Başa dön tuşu