FİLM

Korku Varılacak Yer Midir?

(yazar notu: müzikle beraber okumanız tavsiye edilir)

Yaşadığımız süre boyunca bizi değerlendirilebilir bir ölçeğe taşıyan böylece yaptığımız işlerde iyinin mi yoksa kötünün mü yolunu tuttuğumuz, bir ülküye/hedefe sahip olup olmadığımızla doğrudan alakalıdır.  Bu noktada amaçlar ve araçlar hep mevzubahis olur, kolayca ağızlara alınır ve yine kolayca çiğnenir. Mesela “amaçlarını yüceltenler” yahut “araçlara takılıp amaçlarını unutanlar” söz öbeklerini duymamız işten bile değildir. Halbuki insanın tüm bunlarla zaten sahi bir bağ kurma ihtiyacı doğmamışsa adlandırmaların ne olduğunun hiç de önemi yoktur, bunlar her zaman bir kenarda duran, lafın dolduruluşuna hizmet eden arızî şeyler olarak kalırlar. Zaten bozuk bir niyetle çıkılan yolda bir dönüşümün olması söz konusu değildir, yani başı bozmaya hevesli olanı ne araç ne de amaç iflah edebilir. Dönüşüm, hak edilen bir şey ve bunun ön koşulu sağlam niyete haiz olmak. Peki, böylesine bir üstü kapalılığı dağıtmak için ne yapacağız? Öncelikle bu ülkülü olmak meselesine dönecek olursak dinlediğim bir diyaloğu aktarmak isterim: Yeni evli bir çiftin aileleri oturmuş konuşurlarken bir taraf diğerine sorar, “Gençlerin birlikteliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?” Karşı taraf da şöyle yanıtlar: “Gençlerin henüz bir hedefleri yok ki, şu an ne söylesek nafile.”

arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan

        senin kendin haber olsa gerektir [1]

Bir gün biri şaire, şiirlerini nasıl yazdığına dair bir soru yöneltti. Şair de şiirlerini yazmadan önce başlıklarını attığını ve son dizesini eklediğini söyleyip “Başı ve sonu belli olan şey kendini yazdırır.” şeklinde yanıtladı. Nedir bu başı ve sonu bellilik, bundan kimler ne kadar haberli? Eğer baş ve sona ölçek olarak bir şiiri değil de bir hayatı alırsak ne değişir? Çok şey değişir. Çünkü şiirin sonu şairin sonluluğu içerisinde kalır fakat şairin/hayatın sonu şiirin de sonudur. O zaman durup bu “başı ve sonu bellilik” ölçeğini başımızdan savmanın rahatlığına teslim olabilir miyiz? Birileri olmuşsa da biz ve filmdeki kahramanımız, olmama yönüne meyilliyiz doğrusu. Bir baş emniyetine sahip olarak çıktığımız yol, insanın ihsana köle olmasıyla başlıyor çünkü eğer verilmemiş olsaydı bu emniyet, o zaman sonun nasıl olduğunun hiçbir önemi kalmayacaktı. Bu ihsan sayesinde biz varlık sahasında diri kalıyoruz. Fakat burada devreye şu giriyor: Bir şair, şiirinin vücut bulduğu sahaya yukarıdan bakma yetisine sahipken aslında baş ile son arasındaki yerin neye takâbül ettiğini de görebiliyor ve bu anlamda şiirin kaderini öngörme kudretine de sahip. Ama bizler hayatımızdaki nihai noktanın ne olduğunu bilmediğimiz için başa ve sona dair emniyeti sağlamak adına “sonu belirleyici ve sonun belirliliği ile de denklemdeki sağlamanın tamamlanacak olmasını temenni edebileceğimiz” bir hayatı yaşama gayretini elden bırakmıyoruz. Hasılı, bu başın ve sonun belirliliği ölçütü bizi iki şekilde hayatta tutuyor: Biri, sonun bilgisine erişene kadar arayışını sonlandırmamayı bildirmesiyle, diğeri de sona geldiğimizde bir değerlendirmeyi bize sunacak olmasıyla. 

Filme bir girizgâh yapacak olursak hapishanede tanıştığı bir mahkûmdan soygunculuğa dair maharetler öğrenen Frank, gazete ve dergilerden kestiği fotoğraflarla kendine dış dünya ile alakalı bir kartpostal oluşturmuştur: Güzel bir eş, güzel bir ev, araba, çocuklar ve hatta sağlıklı bir yaşam döngüsünü ifade eden ölüler. Bu kartpostal daha sonra hapisten çıkarken yanından ayırmayacağı, dış dünyaya dair anlam/amaç değerini taşıyan bir niyet hatırlatıcı (ülkülü olmak/hedef) niteliğe bürünür. Özgürlüğünü kazanması bu kartpostalın tamamlanmasıyla mümkün olacaktır, sadece dışarıda olmasıyla değil. Buna, hoşlandığı kadına evliliğe giden süreçteki romantik aşamaları geçmeleri gerektiğini söyleyip bir an evvel özgürlüğün onda vücut bulması için kartpostalının peşinde olmasını örnek verebiliriz. Frank, kendi çapında soygunlar yaparken bir gün başka bir çete tarafından el konulan parasını almak için yapılan arabuluculuk esnasında kendine cazip bir iş anlaşması sunan arabulucu Leo’nun teklifiyle karşı karşıya kalır. Bu teklife önce yanaşmaz, fakat bir süre sonra kabul eder. Leo’yla iş yaptığı sürece tek şartı vardır Frank’in, o da parasını nakit olarak almak. Leo ise bunun tam aksi bir ödemeyi tercih etmektedir, buna pek ödeme de diyemeyiz, zira bir tür baş bağlama yöntemi: Hisse vermek. Leo, başlarda Frank’in ödeme konusundaki ilkeliliğinin değişeceğini öngörerek fazla tepki göstermez fakat ilerleyen zamanlarda Frank’in bu tutumunun değişmeyeceğini anladığında Frank’i kartpostalından vurarak onu başıbağlı, ölüm korkusuyla dolu ve tekdüze bir yaşamda esareti altına alabileceğini düşünür. Bu çok anlamlı bir çağrışımla sahnelenir: Önce karısının ve çocuğunun yaşadığı eve gidilerek onlar korkutulur, ardından Frank darp edildikten sonra başı ayaklar önüne serili bir vaziyette gösterilir. Başı, yani ihsan olan özgürlüğü ayak altına almak… Buna rıza gösterilirse eğer, başta tuttuğumuz sözü elimizden salmış ve aslında son noktaya dair kavrayışımızı da yitirmiş/feda etmiş oluyoruz.

Çok küçük yaşlarımdan beri ne zaman birilerinin hayatındaki dönüm noktalarını anlattığı konuşmalara şahit olsam, “Acaba büyüdüğümde benim dönüm noktalarım olacak mı, olursa bunları nasıl karşılayacağım, nasıl bileceğim ve de anlatacağım?” diye içimden geçirirdim, şimdilerde ise durum biraz daha farklı… Eşik geçmenin yahut  bir eşiği aşmış olmanın getireceği rahatı sürdürebilmek (rahatlığa erilir mi erişilir mi?) için nelerin feda edildiğini bilmek üzünç dolu. Frank’in Leo ile tanışmasına vesile olan parasının üzerine konulması hâdisesi de doğrusu esas dönüm noktası değildi, çünkü doğrudandı ve bu doğrudanlığa gösterilecek tepki gayet açıktı, bunda kimse çelişkiye düşmez. Bu tepkinin sonu kimi zaman ceza kimi zaman ise ödül biçimindedir. Esas olan ise bu neticeyi ayık bir vaziyette karşılayabilmek. Frank, kadını resmin içine dahil edişinin ardından kartpostalı tamamlamak uğruna Leo ile anlaşarak bu sonlardan ödül olanı ile karşılaştı ve bu ona kartpostalın (aracın) nesnesine tutulup tutsak olmak ile kartpostalın özüne (amacına/niyetine) sadakat gösterip özgürleşmesi arasında tercih sundu.

 Matlûbun husûlü veya adem-i husûlü nezdinde müsâvi değilse nâkıssın evlâdım. [Âmiş Efendi]

Daha dolaylı olan, dolayısıyla da göz ardına bırakılabilecek ve esas kırınımın yaşandığı yer Frank’in dilediğinin aksine Leo’nun türlü ödeme yolları sunması: hisseler ve krediler gibi. Leo ile başta değil de daha sonraları karşı karşıya gelmesine sebep olan şey Leo’nun ödeşmedeki uyuşmazlığı, kartpostalının özüne dönük bir saygısızlığa dönüştürmesi. Leo’ya göre kartpostal satın alınmış ve Frank’e bir ihsan olarak verilmiş, karşılığında ise özgürlüğü ayaklar altına alınmıştı. Oysa Frank için satın alınmaya değer tek şey özgürlüktü. Eğer kartpostal özgürlüğüne halel getirecekse elde tutmaya ısrar edilmemeliydi, onu bırakabildiği ölçüde sahipti. Burada günlük hayatımızda kolayca kartpostalın nesneleri uğruna niyetimizden birtakım şeylerin feda edilebilir olduğu eşiğe yakınlaştığımız düşünülebilir ama doğrusu sâdık bir niyet başı feda etmemeyi ve son ile bütünlük kurulmazsa kartpostalın ne bir anlamı ne de bir düzlemi kalacağını bilmeyi beraberinde getiriyor. Çoğu zaman kendimizin, yaşadığımız toplumun ve çevremizdeki insanların bir şeylerin sıkıntısını derinden hissetmesine rağmen değişmeme yönünde diretken davrandığını gözlemleriz. İdeal arayışı bizi ideolojilere ve bu da değişmezliğe sürükler. Buna çoğu zaman konfor alanı ismi takılır ve kimi zaman da diken üzerinde durmak yüceltilebilir. Halbuki bunlar yetersiz kalıyor, çünkü fakirlik az kalsın küfür olacaktı. Yani üst bir seviyeye niyet edişimiz üstün olmamız ile alakalı. Alçaltıcı olan; üstte olup tahkire rıza gösteriyor olmak ve başı gözden çıkarmak, yani kartpostalın içi uğruna özü feda etmek.

eşya kaygıdır [2]

Kapılmak insan olmamızla çelişen bir eylem, insanlığımızın terkine başlandığı yerde duran ilk eylem, kapıldıkça eyleyemez hâle geliyoruz. Son noktaya suhûletle varışımız her ânı tetikte geçirmeye gözümüzü kestirip kestirmediğimizle doğrudan ilişkili. Frank gördüğü son muamele karşısında, kartpostalın içindekileri terkiyle öze, niyetine sahip çıktı ve “sahip olma”nın sahibine doğrulduğu yerde belirginleşen korkuyu aşarak en azından nesnelerin üzerindeki hakimiyetini kırdı. (Bu noktayı aile yapısı üzerinden değerlemeye tabi tutmamamız daha sağlıklı olur çünkü burada ana fikir aile yapısını incelemek veya orada harcanan emekleri göz önüne sermek değil.) Filmin başında duyumsadığımız ulvî (engellenemez/saptırılamaz) bir amaca doğru olan ilerleyişi, onu arzulayışı belirten ve gittikçe yükselen müzik, filmin sonunda benzer bir formla sanki Frank’in sınavını verdiğini muştular gibi tekrar karşımıza çıkıyor. Frank’in elindekilere tutulmamayı tercih edişinin muştusu.

Bir hedefimiz var ve artık değerlendirilebiliriz, bunda hiç şüphe yok. Hedefi doğrultmamız kadar o hedefin bizi ne duruma getirdiği değerlemenin esas konusu. Nihayetinde bir hedef olmadan bu değerlemenin alanına hiç giremeyecektik. Bu değerlendirilme neticesinde kayıp veya kazanç içerisinde oluşumuz niyetimize sadakatimiz ve onu sona doğrultuşumuzla alakalı. İstenilen neticesinde geldiğimiz son nokta doğrultucu etkide değilse, ya isteğimizde (niyet) ya da yöneltişimizde (araç) bir arıza vardır. Frank, babayiğit bir yüreklilikle özünü gürleştirmeyi seçti. Darısı bizim başımıza. [3]

 

١ صفر ١٤٤٣

Filmi reklamsız izlemek için: Thief / 1981 – Cinem-Art

[1]  Üçüncü Bab: Şivekâr’ın Yolculuğudur, Bir Yusuf Masalı, İsmet Özel

[2]  Ağabeyime ve Salih’e teşekkürlerimle

[3]  Ahmet Sungur’un, Ahmet Tarık’ın ve Zeynep’in katkılarıyla 

About Post Author

Hüseyin Seyyid Kaplan

Kasım 1997/Receb 1418 Malatya Doğanşehir ilçesi, Sürgü Kasabası doğumludur. İlk çocukluk dönemini Konya Hâdim'de ve Sürgü'de geçirdi. Babasının memuriyeti sebebiyle ilkokul 7. sınıf sonuna kadar olan süreci Düzce'de tamamlamıştır. Daha sonra yine babasının vazifesi nedeniyle önce Antep'e ardından Malatya'ya gitmişler ve lise öğrenimini burada Malatya Fen Lisesi'nde tamamlamıştır. Bilgisayar Mühendisliği Lisans öğrencisidir. Sinemayla iki senedir yakından ilgilenmekte ve ud öğrenmektedir.

Bir Yorum

  1. Gerçekten güzel tespitler var. Özellikle filmi yerel değerlerimizle/kültürümüzle buluşturulması büyük bir başarı .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

57  +    =  65

Başa dön tuşu