REJİ'DENSİNEMAYA DAİRSÖYLEŞİ

Halil Kardaş ile Yapımcılık, Festivaller ve Vizyon Süreçleri Üzerine

Bir filmi ele aldığımızda oyuncu veya yönetmenin bakış açısı üzerine çokça konuşuruz. Peki bir senaryonun filme dönüşebilmesi için o filmin yapım serüveni hakkında neler biliyoruz? Film dünyasına bu sefer de bir yapımcının gözünden bakalım istedik ve ödüllü birçok filmin prodüksiyonunu üstlenen Halil Kardaş ile röportajımızı gerçekleştirmek üzere Taksim’e doğru yola koyulduk. Film Code yapım şirketinin ofisinde bizleri ağırlayan Halil Kardaş, sorularımızı nezaket ve samimiyetle cevapladı.

Sinemaya Giden Yol: Halil Kardaş’ın Hikâyesi

Halil Kardaş, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği mezunu. Kendi mesleğini yaptığı dönemde film sektöründen bir arkadaşı beraber çalışmak için teklifte bulunmuş. İşte bu istek, Kardaş’ın sinema dünyasına adım atmasına vesile olmuş. Kendi sözleriyle:

O dönem uluslararası büyük bir projede elektrik mühendisi olarak çalışıyordum. Şantiyenin ortasındayım. Aslında mesleğimi sevmem ile birlikte prestijli projeler de yapıyorduk. Ancak burası bitiyor, başka bir yer başlıyor. Hayat adeta sürekli aynı döngü içerisinde ilerliyodu. Belki de bu döngüden çıkmak istedim. Bu teklifin üzerine birkaç ay düşündükten sonra kabul ettim.

Ardından, film dünyasına ilk adımlarımı atarken Yapım LAB-Zeynep Özbatur, EAVE (European Audiovisual Entrepreneurs) dâhil olmak üzere bazı yapımcılık eğitimlerine ve yapım laboratuvarlarına katıldım. İspanya, Lüksemburg, Estonya’ya gittim. Bu tür akredite programlarda bir yıllık süreçte elinizdeki projeyi geliştirme fırsatı bulduğunuz sıkı bir eğitimden geçiyorsunuz. 2025 itibariyle de EAVE’nin Türkiye koordinatörü olacağım bir sürece girmiş olduk.

Mühendislikten yapımcılığa geçişini sağlayan kararı sonrasında, o dönemlerde kimsenin kazanmaya pek ihtimal vermediği Avrupa Konseyi’nin kültürel destek fonu Eurimages’dan Yozgat Blues (2013) filmiyle destek almayı başardı. Daha sonra Anons (2017) filmiyle Venedik Film Festivali’nden ödülle döndü. Şimdiye dek Dilsiz (2019), İçimdeki Kahraman (2021) ve Bir Tutam Karanfil (2022) gibi  dikkat çeken filmlerin de arasında olduğu pek çok projeye yapımcı olarak imza attı.

Z. N. D. Filmografinize baktığımızda neredeyse hiç ara verdiğiniz bir dönemin olmadığını görüyoruz. Bu yoğun tempo nasıl mümkün oluyor?

Öyle görünebilir. Ancak bu bir yapımcı için normal, aynı anda birden fazla projeyle ilgilenebiliyorum. Çeşitli destek fonlarına başvurmak ya da aynı anda birçok projeyi hayata geçirmek bu işin doğasında var. Bu tüm dünyada böyledir, Türkiye’de de yakın zamanda uygulanmaya başlandı. Dünyanın birçok ülkesinde yapımcılar kendi ulusal fonları uygun olduğu için yıl içinde birkaç farklı film ile başvurabiliyorlar.

T. K. Filmografinizde bağımsız filmlerin yoğun olduğunu görüyoruz. Bunu “ben bu yönde bir yapımcı olmayı tercih ediyorum” diye yorumlayabilir miyiz?

Bağımsız sinema beni tanımlıyor gibi görünüyor, ama bu sadece bir alanım. İlk filmim bir festival filmiydi ve doğal olarak buradan ilerledim. Ancak sadece art house (sanat filmleri) üreten bir yapımcı değilim. Beni bu yönümle tanımak isteyen böyle tanıyor. Aslında çok sayıda belgesel ve reklam filminin de yapımını üstlendik. Bu aralar dijital platformlara film ve dizi proje üretimi üzerinde çalışıyoruz. Festival filmleri benim sevdiğim, keyif aldığım ve olmak istediğim yer; bununla beraber, dijital platformlar ve reklam sektörü, vizyon filmleri de gayet açık olduğum ve proje ürettiğim diğer ilgi alanlarım.

Sinema benim gerçekten keyif alarak ilgilendiğim bir alan. Dolayısıyla festival filmleri bir yönüyle severek yaptığım için hep devam edecek. 2018’de kurmuş olduğum Film Code Yapım’ın web sayfasını da sürekli güncelliyoruz. Bitmiş filmlerimiz, proje geliştirme ve post-prodüksiyon aşamasındaki film projelerimiz oradan takip edilebilir.

Hep Otuz Üç Yaşında: Türkiye’nin İlk Büyük Ansiklopedisinin Filmi

Halil Kardaş’ın yapımcılığını üstlendiği Hep Otuz Üç Yaşında (2023) Türkiye’nin ilk büyük ansiklopedisinin hikâyesini konu alıyor. Bu projeye dâhil olma sürecini kendisi şöyle anlatıyor:

İSAM’dan (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi) bu filmin yönetmenliği için Murat Pay ile daha öncesinde iletişime geçilmiş. Murat Pay da teklifi kabul ediyor ve bana ulaşıyor. Kıymetli bir eser, her zaman nasip olacak bir iş değil, o yüzden seve seve kabul ettim ve işin içinde olmayı çok istedim. 2021’in Haziran ayında bu projeye başladık. 6 ay boyunca 100’den fazla akademisyenle çekimler yapıldı. Yine 6 ay süren senaryo yazma sürecini Selman Kılıçaslan ile Murat Pay itina ile yürüttüler.

Hep Otuz Üç Yaşında, Türkiye’nin kültürel belleğine ışık tutan bir kahramanlık hikâyesi. 2023 yılında Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı ve yine aynı yıl Azerbeycan’da Korkut Ata Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü, Türkiye Yazarlar Birliği’nden TV-Belgesel Ödülü’nü aldı. Dünyada bir ilk olan 46 ciltlik İslam Ansiklopedisi’nin yapım sürecini anlatan bir film. Filmin festival sürecinde biraz zorlandık. Dolayısıyla daha fazla festivale açılamadık. Bu, belki ayrıca konuşulması gereken bir konu. 13 Aralık itibariyle de film vizyona girdi. Anadolu’daki gösterimlerde daha önce hiç sinemaya gitmemiş insanların ilgisi çok etkileyiciydi. Özellikle üniversite öğrencilerinin filmden oldukça etkilendiğini görüyorum, çünkü hikâyede kendilerine bir yer bulup kolektif bir çalışmanın ve başarı hikâyesinin bir parçası olmanın heyecanı özellikle gençleri etkileyebiliyor.

Aynı zamanda Avrupa ile ilgili dağıtım sözleşmesini de yaptık. Almanya, Belçika ve Danimarka’dan başlamak üzere bir dağıtım süreci orada da devam edecek. Bu filmi hem İngilizce, hem Arapça altyazılı yaptık. Türkî cumhuriyetler üzerinden de bir dağıtım ağı oluşturup filmi ulaştırabildiğimiz kadar izleyiciye ulaştırmayı planlıyoruz. Şehirlerdeki gösterimlere yönetmenimiz Murat Pay ile beraber katıldığımız bu süreçte seyircideki heyecan ve enerjiyi görünce biz de motive oluyoruz, bir yorgunluk olmuyor, gidebildiğimiz kadar şehre ve insana ulaşmaya gayret ediyoruz. Filmimizi izleyici ile buluşturmak herhalde yaptığımız işin en önemli ve kıymetli olan kısmı. Bu etkileşimi yaşamak filmin yapımında emeği geçen tüm ekipler, özellikle de yönetmen ve bizler için büyük önem taşıyor.

Kırmızı Halıdan Gişeye: Festivaller ve Vizyon Süreçleri

T. K. Bağımsız filmlerin son dönemde daha fazla dikkat çekmeye başladığını görüyoruz. Ancak bu filmler hem fırsatlar hem de engellerle karşılaşıyor. Sizce bunlar neler?

Bağımsız filmleri ikiye ayırabiliriz: Yönetmenlerinin bir kısmı filminin tabii ki izlenmesini istemek ile beraber festivallerde bilinmekliğe, tanınmaya ve ödül almaya odaklanırken; bazı yönetmenler de sadece filmin mümkün olduğu kadar izleyici ile buluşmasını, filmin gündeme gelip film okumalarının yapılmasını ve mesajının paylaşılmasını hedefliyor. Festivallerde ödül almak isteyenler için süreç zorlu, çok fazla denklemin araya girdiği bir durum. Sadece iyi bir film yapmak yeterli değil, bir yandan çok iyi bir dağıtımcınızın olması da gerekiyor. Bir de nasibinizin olması gerekiyor. “Filmin kaderi” diye bir şey de var. Bunların hepsi bir araya gelmeli.

Örneğin, Cannes Film Festivali’ne 8-10 bin film başvuruyor ve bu filmler arasından seçilmek gerçekten iddialı. Ama herkesin hedefinde de Berlin, Venedik, Cannes var. Yetenekli olmak, çok iyi film yapmak, prodüksiyon şartlarının güçlü olması gibi şartları da sağlamak gerekiyor.

Bunun yanında prodüksiyonel değerlendirmeler de çok gündemde. Yapımına özen ve çaba gösterilmemiş, senaryodan ödün verilerek basit çözümlemelere başvuran filmler artık tercih edilmiyor. Senaryonun, yönetmenin hikâye anlatımı başarısının yanında ihmal edilen “yapım tasarımı” denilen bir alan var; değerlendiriciler nazarında doğal olarak buna yönelik bir beklenti ve standart oluyor. Türkiye’deki maddî imkânların kısıtlılığı da bu kısımda eksikliğe sebep olabiliyor.

T. K. Bir filmin festival şansını neler etkiler?  

Festival şansı birçok faktöre bağlı. Örneğin bir filmimiz önemli bir festivalde seçim gecesi son iki film arasına kaldı ama seçilen film 7 ortak yapımcıyla çekilmiş, güçlü bir prodüksiyondu. Ayrıca içeriği de festivalin beklentisine daha çok hitap ediyordu. Bunlar da bir filmin şansını artıran unsurlar.

Z. N. D. Öyleyse festivallerin filmin içeriğine müdahalesi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Hayır, müdahale etmezler. Tabii bazı temalar o filmin festivaldeki şansını artırabilir. Ama şunu da rahatlıkla söyleyebilirim, iyi film yapıyorsanız bunun karşılığını mutlaka bir şekilde alırsınız. Yine de Türkiye’den görmek istedikleri bazı konular olabiliyor. Örneğin, bir filmimizle ilgili proje geliştirme platformlarından birinde “Filminizde kadına şiddet var mı?” diye bir soruyla karşılaştım. Filmimizde öyle bir unsur olmadığı için seçilmedik o platforma. Çünkü bizi bazen sorunları içinde boğulmuş, çözüm üretemeyen, ülkesini, vatanını hatta kendini de sevmeyen bir toplum, böyle bir ülke olarak görmek isteyenler olabiliyor.

Z. N. D. “Filmlerin kaderi” diye bir şeyden bahsettiniz. Bu noktayla ilgili bir soru sormak istiyorum: Anons filminizin yapım sürecinde tam da böyle kadersel bir durumun içerisinde kendinizi buldunuz. Filmin konusu olan başarısız bir darbe girişiminin benzeri yaşandı Türkiye’de. Bu süreç sizi etkiledi mi?

Etkiledi tabii. Biz filmin ön hazırlık aşamasındaydık ve çekimlere başlamak üzereydik. Sonra haberlerde darbe girişimi olduğunu gördük. Film bir yana, ülke öncelikli gündemimiz oldu. Bir 6 ay kadar erteledik filmi. Oyuncularımızdan biri projeden ayrıldı. Ancak sonrasında çekimlere devam edip tamamladık filmimizi.

Z. N. D. Bir yandan da Anons bir dönem filmi ve dış çekimleri de oldukça fazla. Yapım sürecinde sizin ne tür organizasyonel kararlar almanız gerekti? Dönem filmi olması sizin serüveninizde nasıl bir yere oturdu?

Bizim önemli bir şansımız oldu: BélaTarr’ın hem arkadaşı hem de yapım tasarımcısı olan mimar László Rajk ile çalıştık. Onun katkısı çok büyük oldu. Türkiye’de yapım tasarımı birimi maalesef yaygın değil ama aslında olmazsa olmaz önemli bir birim. Yapım tasarımcısı dediğimiz kişi; yönetmen, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, kostüm, kuaför, makyöz ve diğer tüm ekiplerle ortak çalışan ve filmin genel dokusunu yönetmeni ile beraber oluşturan önemli biridir. László Rajk aynı zamanda mimar olduğu için Türkiye’de o dönemin mimarisine ve yapılara çok hâkim biriydi. Bize çok iyi fikirlerle katkıda bulundu, sanat yönetmeniyle çok güzel çalıştı. Bu açıdan 60’lar dönemine ait bir film olmasına rağmen gece çekimlerinin çoğunu başarılı bir şekilde yapmış olduk. Platolar ve stüdyoyla beraber gerçek mekânlarda dönemin dokusuna, mimarî yapısına uygun olarak çekimlerimizi yapabildik.

T. K. Filmlerinizde mutlaka beklenmedik durumlarla karşılaşıyorsunuzdur. Ticari dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Sonuçta bir yönetmen filmin sanatsal boyutuna odaklanırken, yapımcı bütçe yönetimini de gözetmek zorunda.

Tanıdığımız yönetmenlerle çalıştığımızda büyük sürprizlerle karşılaşmıyoruz. Ancak ilk kez çalışacağımız bir yönetmense, çekim sürecini şöyle planlıyoruz: Örneğin, dört hafta sürecek bir çekime beş haftalık bir bütçe hazırlayarak başlıyoruz. Bu nedenle yapımcının mutlaka bir tolerans haftası, beklenmeyen gider kalemi olur. Şimdiye kadar çok zorlayıcı bir durumla karşılaşmadım. Tabii burada yönetmen ile yapımcı arasındaki şeffaflık ve açık iletişim çok önemli. Pandemi döneminde örneğin, sağlık durumları ve tedbirleri sebebiyle bazı zorlayıcı durumlarla karşılaştık.

Z. N. D. Bildiğim kadarıyla Bir Tutam Karanfil filminin çekimlerindeydiniz o sırada.

Evet, o filmde çocuk başrol oyuncumuz da vardı. Düşünün ki yaklaşık 50-60 kişilik bir ekiple şehir dışındasınız. Bir hastalık durumunda sete çıkamıyorsunuz, çekimler duruyor. Bazen setlerde kazalar olabiliyor. Her şey başınıza gelebilir, çünkü hayat böyle bir şey. Ama çok şükür büyük bir zorluk olmadı şimdiye kadar.

Yönetmen ve yapımcının birbirine karşı çok açık ve net olması gerekir bu konularda. Çalışılacak ekiplerdeki insanlar arası uyumu, setin sağlıklı yürümesi için kolektif birlikteliği sağlamak çok kıymetli.

T. K. Bir ekipten ya da yönetmenden ne gibi durumlar gelebileceğini öngörmek tecrübe gerektiriyor mu?

Tabii, ama daha önceden çalıştığınız bir ekiple çalışıyorsanız tahmin edebiliyorsunuz. Yine de ne kadar tecrübeli olursanız olun, hiç tahmin etmediğiniz şeyler de olabilir. İnsanlar beraber vakit geçirip yol aldıkça birbirini tanıyor zaten.

Kısa bir sürede, örneğin beş haftada tanımadığınız insanlarla yoğun bir süreç geçiriyorsunuz. Orada dengeleyici bir unsur olmak zorundasınız. Bazı yapımcılar sette bulunmayı tercih etmez, ama ben prensip olarak mutlaka setlerde olmaya çalışırım, bundan çok da keyif alırım. Böylelikle sette bir sorun olmadan, bazı sıkıntıları hissettiğinizde büyümeden çözme imkânınız olabilir. Anlık temaslar sette önemlidir.

Z. N. D. Bu aynı zamanda yönetmenin sırtından bir yük alır sanırım.

Kesinlikle. Yönetmenin bu tür sıkıntılardan bazen haberdar bile olmaması gerekir, çünkü o işine odaklanmalı, bölünmemeli. Ancak bu iş egoların yüksek olduğu bir alan. Set ortamında insanlar iletişimsizlik kaynaklı problemlerden dolayı birbirini yanlış anlayabiliyor. Setteki herkes için çözüm ve çalışılabilir ortamı suhulet ile sağlamak yapımcının en önemli görevlerinden olsa gerek.

Z. N. D. Hem büyük şehirde hem de Anadolu’da çeşitli filmler yaptınız. Bu ikisini kıyasladığınızda yapım açısından ne gibi farklar gördünüz?

İstanbul’da çekim yapmak her açıdan çok zorlaştı, özellikle merkezî yerlerde. Aslında yapım olarak İstanbul’dan uzaklaştıkça rahatlıyorsunuz. Ancak bazı filmler senaryo gereği İstanbul’da çekilmek zorunda. Ona göre tedbirli oluyorsunuz. Aldığınız izinler, ekipte çalışanların sayısı buna göre şekilleniyor. Eğer senaryo İstanbul’a yakın başka bir şehirde çekilmeye uygunsa orayı tercih edebiliyoruz. Çünkü rahat ediyoruz, nefes alıyoruz.

Tabii yapım tasarımına da dikkat etmek gerekiyor. Yapım kalitesini düşürecek bir yerde maliyetten kaçmak adına çekim yaparsanız göze batıyor. Bu da önemli bir faktör. İzleyici de en ufak bir basitliği ve özensizliği anlıyor zaten. Kaliteli yapımlarda seyirci de filmin içine daha rahat girebiliyor.

T. K. Peki, düşük bütçeli filmler riskle birlikte özgünlük avantajı da getirmez mi? Örneğin, Blair Cadısı (1997) düşük bütçeli olmasına rağmen hâlâ konuşulan bir film.

Bu tür başarılar artık çok nadir görülüyor. Çünkü bu, çok iyi bir senaryo ve yönetmenlik becerisi gerektiriyor. Bizde ise biraz da bütçesel problemlerden kaynaklı artık bir aynîleşme var. “Gidelim Anadolu’da film çekelim” anlayışı hâkim oldu. Artık benzer planları sık görmeye başladık. Düşük bütçeli bir film, iyi yazılmış bir senaryo ve iyi bir yönetmenle çok yükselebilir. Akıl ve tecrübe ile bezenmiş kolektif bir yapım tasarımı da filmi değerli kılan önemli etkenlerden biridir.

T. K. Bu durumda, hem düşük bütçeli hem de zayıf bir içeriğe sahip filmlerin başarısız olacağını söyleyebilir miyiz?

Evet, öyle diyebiliriz. Tam tersi de mümkün. Örneğin, bir film izledim; The Guilty (2018), yönetmeni Gustav Möller. Tek bir mekânda geçiyor, bir polis karakolunda. Ama başından sonuna kadar soluksuz izledim. Çok iyi bir senaryo, çok iyi yönetmenlik, çok iyi oyunculuklar ve tabii ki yapım bunu sağlıyor.

T. K. Peki, şu anda film endüstrisindeki teknolojik yenilikler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Teknik ekip ve ekipman açısından ihtiyaç neyse onu kullanmaya çalışıyoruz. Ancak yapay zekânın senaryolarda kullanılmaya başlanmasıyla bu da hayatımızın bir parçası oldu. Senaristler bazen keyfî olarak, bazen de çıkmaza girdiğinde yapay zekâya başvurabiliyor. Karakterlerini tanıtıp fikir alabiliyorlar. Ancak bir yandan yapay zekâyı geliştiren de insanlar. Hep aynı verileri sunduğunuzda aynı havuzdan aynı sonuçlara ulaşılması muhtemel. Bu bir risk olabilir.

Z. N. D. En azından ana akımı anlamak için de başvurulabilir.

Bence dile getirilenden daha fazla kullanılıyor. Herkes yapay zekâ kullandığını söylemiyor ama görünenden daha fazla kullanıldığını düşünüyorum.

T. K. Son olarak bir filmin başarısını neye bağlı olarak değerlendiriyorsunuz?

Yönetmen hayalimdeki filmi istediğim gibi çektim diyebilmeli. Tabii ki aksaklıklar ve hatalar olabilir, yeter ki telafisi mümkün olabilsin. Ama yönetmenin aklında filmi ile ilgili fazla soru işareti kalmışsa burada tam bir başarı var diyemeyiz. O yüzden yönetmenlerle sürekli temas içinde olduğumuz için set bitmeden yapmak isteyip de yapamadığı, çekemediği, içinin rahat etmediği bir şey olup olmadığını sorarım. Kurguya girmeden önce, henüz setteyken yönetmenin çektiklerini izlemesini isterim. Set sürecinde yönetmen izleme yapmıyorsa bence bu bir sorundur mesela. Çekimler bittikten sonra “bu olmamış” demesini istemeyiz. Çok şükür benim birlikte çalıştığım yönetmenlerde gözüm arkada kalmıyor. Yönetmenin kendinden emin oluşundan zaten bunu anlarsınız. Ya da bir yönetmen sette başka birinin fikirlerine çok yaslanıyorsa orada da bir sorun olabilir. Bu yüzden kendinden emin bir yönetmenin kararlılığını önemsiyorum. Bu diğer set çalışanlarının yönetmene güvenini de etkiler.

Başarı göreceli bir konu olmakla beraber dünya satışı için doğru bir firma ve dağıtımcıyla çalışırsanız, filmin festival veya gişe başarısı da olumlu yönde etkilenecektir.

Kıymetli vaktinizi ayırdığınız ve tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Çok keyifli bir sohbet oldu.

Estağfirullah, ben de teşekkür ederim.

Z. Nihan DOĞAN

1992 İstanbul doğumlu sinema araştırmacısı. Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisansını erken dönem Türk Sineması üzerine yazdığı teziyle 2018'de bitirdi. 2023 yılında Galatasaray Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Çalışmaları üzerine doktorasını tamamladı. Klasik İslam Sanatlarını ilgiyle takip ediyor, kamera arkasında olmayı ve fotoğraf çekmeyi seviyor, üniversitede sinema dersleri veriyor. Günce Sinema'da film eleştirileri, güncel popüler kültür araştırmaları ve akademik literatür incelemeleri ile alana katkıda bulunmayı hedefliyor.

Tuğba KOCA

Yapımcılık, senaristlik ve kısa film eğitimlerinden sonra TRT 1'de sabah programı, Dünya Göçebe Oyunları gibi işlerin yapım ekibinde yer almıştır. Aynı zamanda kendi işletmesinde ticarî yaşamına devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3  +    =  4

Başa dön tuşu