FİLM

Sevmek Zamanı Ölmek Zamanı Mıydı?

Sevgilinin hayaline, onun realitesinden daha büyük düşman olmadığını bilirsin değil mi?

Peyami Safa / Yalnızız

Meralciğim,

Yıllarca her istediğine “sahip” oldun; emek vermeden elde etmenin, ter dökmeden hazır bulmanın konforunda sefa sürdün ama arzularını tatmin ettiğin bu cennetin yalan olduğunu sen de çok iyi biliyordun. Fakat ya daha iyi bir cennetin varlığına inanmadığından ya da çaresizliğinden bu cehennemi cennet sandın. Sevildin, şımartıldın, el üstünde tutuldun ama bunlar yetmedi değil mi? Bir kadın ne ister ki? Bir gün köşkün kapısından giriyorsun ve resmine (bu arada doğrusu fotoğrafına) hayranlıkla bakan bir adam görüyorsun. Oyuncakların gözünde anlamsızlaşıyor, yeni bir oyuncak mı istiyorsun yoksa büyüdüğünü mü fark ediyorsun? Belki bir başkasının gözünde kendi yüceltilmişliğimizi, ulaşılmazlığımızı görmek hoşumuza gidiyor. Olsun, sıkıntı yok. Onu da elde edip oyuncaklarının arasına katmak için ilk adımı atmak kadınlık gururuna dokunmuyor. Ama bu seferki diğerlerine benzemez Meral, bu farklı. Bu adam ne saçmalıyor böyle? “Ben sana değil resmine aşık oldum!” İşte buradayım, capcanlı, etten kemikten ve seni arzuluyorum dediğin adam belli ki bu dünyadan değil. Şimdi ne yapacaksın, sığ çabaların da onu ikna etmedi. İki sevgili arasına girilmez nevinden resmini  götürüp verdin ama için için bu sevilme arzusu neden? Kafanı, ruhunu, hayatını allak bullak etti bu adam değil mi? Sarsıldın. Zaten biz kadınlar (ve de erkekler) biraz da bizi reddeden, örseleyen, iteleyenlere aşık oluruz. Velhasıl insan hep zoru sever, kimi zaman seçmese de zoru sever. O vakit onurlu bir terk ediş hepsinden iyidir. Giderken yazdığın not kendi sığ sularını terk edip Halil’in derin sularına, zevklerinin değil ruhunun sesine yöneldiğini apaçık gösteriyor: Aşkı yalnız ve cesur yaşamayı sen öğrettin bana. Güzel cümle! Aşk biraz da bu değil mi? İki başına ama yalnız yürümek… Özlemek, bıkmaktan iyidir. Acı çekmek ise örselemekten… Sahip olmadan da yaşanabilene aşk denir güzelim, sen de anladın! 

Halilciğim,

Şimdi sen bu dünyadan mısın hele bir söyle! Ama sana “söyle” denmez. En güzel cümlelerin susarak söylenebileceğini keşfetmişsin. Belli ki  bu hayatta bir dikili ağacın yok. Acı, yokluk, mahrumiyet… Dünya bütün çirkin yüzünü sana göstermiş. Yaprak döken ağaçlar gibi hiç bahar görmemişsin. Sonra bir gün duvardaki bir resim okşuyor ruhunu ve buz tutmuş yüreğin şefkatle yıkanıyor. Ve ona ölesiye tutuluyor, tutunuyorsun. Leyla’yı çölde karşısında görünce “Sen de kimsin?” diyen Mecnun’u hatırlattı bana ahvalin. Sen gerçeğin hep hayalleri, umutları kanattığına kani olmuşsun. Bu inat niye? Etrafına bu denli kötücül bakış? Sen aslında kaskatı gerçek ve mantıksın Halil! Hayallerine hiç inanmamışsın, o nedenle de bir resmi sevmeyi seçecek kadar aşka inanmamışsın. Biliyorsun ki suretlerden zarar gelmez, asıllar kanatır insanın kalbini. Fakat bu kadın seni kendine bırakmıyor, sana en çok korktuğun şeyi, “inanmayı” öğretecek. İnan ona! Ve nihayet pencerelerini sımsıkı örttüğün karanlık dünyan, azıcık aralanıyor. Fakat kendin engelsin yine kendine. Her seferinde kendine tosluyorsun. Yaşadığın bu gelgitleri bir kadının güçlü şefkatine bırakmayı sen de çok istiyorsun, itiraf et! Ve yenildin, bile isteye yenildin. Sevildiğin bir kadına yenilmek, belki de mutluluk budur.

Başarcığım,

Sana söyleyebileceğim biricik söz: Rızasız bahçanın gülü derilmez! Söylesem  de dinlemezsin ki… 

Hepimiz biraz Başar değil miyiz? Sahip olmak, ölesiye ve öldüresiye… Benim dediği her şeye kendi hükmünü geçiren, boyun eğdiren, diz çöktüren birer zorba değil miyiz? Sevmek değil bu, kanına girmek! Savaşmak ve kazanmak!

O kadının peşinden cakalı arabanı sürerken ceylanın peşinde iz süren aslanı hatırlattın bana. Yel değirmenlerine savaş açmış Don Kişot’tan ne farkın var? Kör gözlerinin açılmasını dilerim.

Her istediği avucuna konmuş, oyuncaklarıyla mutlu, kötücül bir çocuksun. Eğlenmek için silahlarla oynamayı tercih etmen de bunu göstermiyor mu? İsmin bile bir mücadele sloganı: Başar! Aşkı, “elde etmek”le karıştırdığın belli. Sen aşık olamazsın Başar, ancak bir “ilişki” yaşayabilirsin. Ama gerçekten hiçbir zaman sevemez ve sevilemezsin. Senin aşk dediğine biz “cinayet” diyoruz. Ne çok Başarlar türedi kirli dünyamızda. Anneler ne vakit doğurdu bunca Başar’ı, bu bir başarı mı? Gün geçmiyor ki sokak ortasında boğazlanan, erkek egosuna  kurban  edilen mazlum bir kadın haberi duymayalım. 

Tam da kadın ve erkeğin bir elmanın yarısı gibi birbirini bütün kusurlarıyla kabullendiği sevmek zamanı gelmişken ölmenin vakti miydi? Sevmek için ölmek mi gerek? Demek gerçek sevgi hayatta  kendine asla yer bulamıyor. Halil haklıydı.

Veeee… Sen de  haklısın usta: Ah kahpe dünya, yüzüne tükürdüğümün dünyası!

About Post Author

Ayşe ÖZTÜRK

1974 Çorum doğumlu. Evli ve bir çocuk annesi. Kendi halinde bir okur-yazar. Kitapların dünyasından sinemaya bir pencere açtı. Bu engin deniz önünde şimdilik sahilde ayaklarını dinlendiriyor. Yüzme bilmiyor. Dalgıç olmak gibi bir hedefi yok. İddiasız. Çünkü iddiası olan sınanır. Sahile yazılan yazılar er geç silinir, olsun. Yazmak biraz eğleşmek biraz halleşmek için. Zaten kalıcı olan ne ki? Bir umut: Perdenin önündeki hayal de gerçeğini hatırlatır.

Bir Yorum

  1. “Biliyorsun ki suretlerden zarar gelmez, asıllar kanatır insanın kalbini.”

    Bazen de suretler asıllarını getirir bizim için. Zararın nereden geldiğinin mi önemi var yoksa zararın neresinden döndüğümüzün mü? İkisi de önemli, ikisi de önemsiz… Nereye döndüğümüzü ve neden döndüğümüzü bilme durumumuza göre bu önemlilik ve önemsizlik kendilerince bir vasıf kazanabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

31  +    =  40

Başa dön tuşu