
Kozalarından Sıyrılan Kelebekler
Kelebekler (2018), yönetmenliğini ve senaristliğini Tolga Karaçelik’in üstlendiği sinema filmi. 2018 Sundance Film Festivali’nde tarihi bir başarıya imza atarak, Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ilk ve tek yerli yapım oldu. Sundance, her yıl Utah eyaletinin Park City şehrinde düzenlenen, dünyanın en prestijli bağımsız film festivallerinden biri. 1981 yılında Robert Redford tarafından kurulmuş olup, bağımsız sinema dünyasında yeni yetenekleri keşfetmek ve desteklemek amacıyla başlatılmıştır.
Filmin başrollerinde Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan ve Tuğçe Altuğ yer almakta. Trajedinin ve kara mizahın bir birleşimi olarak izleyiciyi bir yandan güldürürken bir yandan hüzünlendiren filmde, oyuncuların muhteşem performansları da dikkat çekiyor.

Film, annelerinin intiharı sonrası babalarının evden kovmasıyla farklı yerlere dağılan üç kardeşin yaşadıklarını anlatır. En büyük abi Cemal yaşadıklarını sindirememiştir. Önce Almanya’ya -halasının yanına- taşınır. Daha sonra astronot olur, dünyayı terk edip uzaya gitmeye çalışır, ancak bunu başaramaz. Ortanca kardeş Kenan geçmişten kalan her şeyi unutmaya çalışmış ve bunu başarmıştır. Kıskanç bir sevgilisi ve yolunda gitmeyen bir hayatı vardır. Bunların yanı sıra diksiyonu çok iyi olmasa da film seslendirmeleri yapmaktadır. En küçük kardeş Suzan ise öğretmendir. Eşi başta olmak üzere dünya üzerindeki tüm erkeklere karşı tahammülsüzlüğü had safhadadır. Çünkü eşi hem çok fazla konuşmakta hem de onu aldatmaktadır. Kısacası bu üç kardeş, birbirlerinden bihaber farklı yerlerde, farklı hayatlar yaşamaktadır.
30 yıldır hal hatır sormayan babaları bir gün Cemal’i arar ve ona kardeşlerini de alıp Hasanlar Köyü’ne yani 30 yıl önce yaşadıkları yere gelmelerini söyler. Cemal bunu bir hafta düşünür, sonunda kardeşlerini arar ve durumu anlatır. Suzan çabucak kabul eder ancak Kenan kolay kolay kabul etmez. Çünkü babasına hala çok öfkelidir. Bu üç kardeş, yıllar sonra Kenan’ın evinde bir araya gelir ve Kenan’ın da gitmeye ikna olmasıyla yola çıkarlar.

Sonunda köye varan üç kardeş imamın yanına gider ve babalarının vefat etmiş olduğunu öğrenir. Köylüler başta cenaze için geldiklerini düşünse de kardeşlerin ölümden haberi yoktur. Muhtarla beraber babalarının evine giderler. Suzan babasının odasında vasiyetini bulur. Vasiyetindeki ilk isteği, cenazeyi kelebekler geldiğinde gömmeleri, ikincisi ise gömdükten sonra çınarın altındaki kör çobanı bulup Mazhar’ın çocukları olduklarını söylemeleridir.
Babalarının vasiyetini yerine getirmeye çalışan kardeşler, kelebeklerin geldiği dönemi beklemeye başlarlar. Tabi bu sırada köyde birçok absürt olay yaşanır; tavukların patlaması mı dersiniz, muhtarın köyün sorunlarıyla ilgilenmesi gerekirken iletişim bile kuramaması mı, yoksa imamın köylüyü dine yaklaştırması gerekirken kendinin dinden uzak olması mı. Diğer taraftan kardeşler arasında bir sürtüşme yaşanır ve kelebekleri beklemeden babalarını gömmeye karar verirler. Tam gömeceklerken imamın düşüncelerinin raydan çıkmasıyla imam ve köylüler cenazeyi öylece bırakır ve gider. Sinir krizi geçiren Suzan ağabeylerine babalarını gömmelerini söyler ve üçü beraber gömerken kelebekler gelir.
İlk vasiyeti istemeden de olsa yerine getiren kardeşler diğerini de yerine getirmek için yola koyulurlar. Ulu çınarın altındaki çobana giderler. Çobanı bulsalar da beklediklerini bulamazlar, başka bir mizahi sürpriz ile karşı karşıya kalırlar. Bu sahne, potansiyel bir “çözülme” anını barındırdığından filmdeki en kritik sahnelerden biridir. Başında çobanın babaları ile ilgili olumlu bir şey söyleyeceğini ve bu sayede de çocukların babalarıyla kendi içlerinde barışacaklarını düşündürse de sonuç böyle olmaz. Film bu şekilde bitseydi çok klişe bir son ve basit bir komediden ibaret kalırdı. Ancak babanın attığı son golle film amacına ulaşır ve izleyicilerin gözünde daha da anlamlanır.

Esasında filme baktığımızda, travmatik bir olayla ayrılan kardeşlerin yine travmatik bir olayla bir araya geldiğini görüyoruz. Cenaze ile çıktıkları eve yine cenaze için dönüyorlar. Türk toplumunda ailenin kutsal ve toplumsal önemi olan bir kurum olarak görülmesi sinemaya da yansımıştır. Türk Sineması’nın 2000’ler öncesi örneklerinde aile sarsılma sebepleri dış etkenler olarak görülse de günümüzde aile sarsılmalarının temel sebepleri aile içi etkenler olarak görülmektedir. Kelebekler filminde de aileyi dağıtan, derinden etkileyen temel neden annenin ölümüdür. Annenin ölümü her karakterde farklı izler bırakmıştır. Cemal bu olayı kendi yöntemleriyle çözmeye çalıştığını söylese de olaydan uzaklaşmak için türlü yollar denemiştir; önce ülkeyi terk etmiş sonra astronot olarak dünyayı terk etmeyi düşünmüştür. Kenan ise unutmayı seçmiştir. Sadece annesinin ölümünü değil ailesini de unutmuştur. Suzan ise ağabeylerinin tam tersine, hiçbir şey hatırlamadığı için üzülmüştür hep. Aile olma duygusunu hiç tatmayan Suzan kendisine bir aile kurmaya çalışsa da yanlış tercihler sonucu bunu başaramamıştır.
Birçok duygudan yoksun kardeşler, beraber vakit geçirdiklerinde ise anlaşabilme ve güven duygusu üzerine bir bağ kurarlar. Kardeşlerin bir araya gelmesi, bir nevi yeniden doğuşu simgeler. Ancak bu hiç kolay bir süreç değildir. Film süresince kardeşler sadece birbirini tanımakla kalmaz, aynı zamanda birbirlerinin geçmişten kalan yaralarına da tanıklık ederler. Her karakterin gelişimi ayrı ayrı vurgulanır ve sonucunda hep beraber geçmişle yüzleşip yeniden doğarlar. Bu doğuş filmin en güçlü yanlarından biridir. Filmin başında, ana karakterlerin yaşadıkları yalnızlık ve içsel boşluk, birer kelebek kozası gibi kapalı ve korunaklı bir haldeyken gelişen olaylarla birlikte hem psikolojik hem de duygusal olarak bu kozalardan çıkıp uçmaya başlamalarıyla değişir. Kelebekler, onların hayatlarına bir anlamda özgürlük, yenilik ve farklı bakış açıları kazandırır. Kardeşlerin babalarının ölümü sayesinde birbirlerini yakından tanıması ve beraber geçirdikleri zaman, bir tür dönüşüm sürecine yol açar. Bu süreç bir kelebeğin özgürlüğe uçmasına benzetilebilir. Karakterlerin geçmişin yaralarını iyileştirip daha özgür bir şekilde hayata tutunmalarını simgeler. Aynı zamanda bir kelebeğin ömrünün kısa olması da filmin teması olan zamanın ve hayatın geçiciliğini vurgular. Bu anlamda kelebekler sadece fiziksel bir dönüşümü değil, aynı zamanda duygusal ve varoluşsal bir değişimi de temsil eder. Karakterler, kelebeklerin geçici ama özgür varlıkları gibi, hayatın akışına kapılmak yerine, kendi içsel özgürlüklerini bulma yolunda bir yolculuğa çıkarlar.

Kelebekler, Türk toplumunda kadın temsiline de yorum getirir. Ana kadın figür olan Suzan, filmdeki diğer kadın karakterlerle birlikte, geçmişle ve ailesiyle yüzleşirken kendi benliğini keşfetmeye çalışır. Bu bir yandan aile bağlarını, diğer yandan kadın olarak toplumdaki yerini sorguladığı bir yolculuktur. Suzan’ın geçmişi ipucu gibi izleyiciye sunulur ve karakterin bu geçmişle barışma çabası, filmin ana temalarındandır. Sadece Suzan’da değil, bardaki kadın karakterde ve muhtarın eşinde de benzer bir mücadele içindeki kadın temsilini görmek mümkündür.
Kadın karakterlerin genel rolü, sadece aile içindeki klasik anne ya da eş figürleriyle sınırlı değildir. Aksine, bu kadınlar hem geçmişin hem de kendi içsel çatışmalarının üstesinden gelmeye çalışan bireyler olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda, gerek Suzan, gerek hikayesini öğrendiğimiz annesi, gerekse muhtarın eşi yalnızca erkeklerin gölgesinde yer almaktan ziyade kendi hikayelerini yazarken geçmişe ve geleceğe dair duygusal bir yük taşırlar. Kadınların hikayeye kattığı bu derinlik filmdeki yeniden doğuş temasıyla da örtüşür. Tıpkı kelebeğin kozasından çıkması gibi, kadın karakterler de geçmişlerinden sıyrılarak kendi özgürlüklerini ve benliklerini bulma sürecindedirler. Bu nedenle kadınların filmdeki rolü sadece aileyi birleştiren değil, aynı zamanda dönüştüren ve yenileyen bir işlev görmektedir.

Filmin bütününe baktığımda gerçekten çok ama çok etkilendiğimi söylemeliyim. Yönetmen günlük hayatımızda karşılaştığımız birçok sorunu bir filmde bütünleştirmişti adeta. Din, politika, aile sorunları, cinsiyet eşitsizliği gibi birçok örnekler vardı filmde. Özellikle finalde, hayatın karmaşıklığına ve çözümsüz kalan bazı sorulara yoğunlaştığını görüyoruz. Kardeşlerin gerçeklerle yüzleşmesi, çözüm arayışları ve geçmişle hesaplaşmaları, hayatta bazı şeylerin tam olarak çözülemeyeceğiyle yüzleşmelerine yol açıyor. Bu tür durumlar kimi izleyici için açık kapı bıraksa da kimisi için tatmin edici olabilir. Esasında film herkesin farklı bir hayatı olduğunu ve bazen iyileşmenin zaman aldığını vurguluyor.
Türk Sineması’nda gerek duygu yüklü olması gerek samimi ve derinlikli bir film olması yönüyle önemli bir yer edinen filmde mizahı ve dramayı böylesine dengeli ve bütüncül bir şekilde harmanlayarak biz seyircilere sunan yönetmen işinin ehli olduğunu bir kere daha gösteriyor.
Başta çok klişe ve basit bir kara mizah içeriği olmasından tedirgin olsam da, filmi bitirdiğimde Kelebekler’in aslında o çok klişe olan konuyu ayrıntılarla ne kadar derinlikli işlediğini ve izleyicide büyük etkiler bırakan bir film olduğunu farkettim. Özellikle etkilendiğim yanı ise filmin karakterlerinin kelebekler ile bağdaşlaştırılmasıydı. Filmde koza kavramı karakterlerin geçmişlerinden, travmalarından ve duygusal boşluklarından kurtulmak için geçirdikleri özgürleşme ve dönüşüm sürecine benzetilmiş, karakterler aynı kelebekler gibi kozalarından sıyrılıp yepyeni, özgür hayatlara yelken açmışlardır. İzleyiciler olarak bizler de film vasıtasıyla birer kelebeğin kozasından çıkmasını izlediğimizi söyleyebiliriz.

