Toplumsal Gerçekliğe Avangart Bir Bakış
Seyircinin yüzünde bir tebessüm ama içinde bir burukluk ile izlediği filmlerin yönetmeni Fellini’nin başyapıtlarından La Strada (Yol, 1954) filmi karakterlerin hem dış hem de iç yolculuğuna ışık tutuyor. II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan Sineması’nın Yeni Gerçekçi akımı, toplumsalın görünmeyen yönlerine ayna tutuyordu. Bu toplumsal gerçekçilik ortak paydasını filmlerinde gördüğümüz Fellini, çerçeveyi genişleterek özgün ve yetkin bir sinema dili oluşturuyor. Karakterlerini karikatürleştirerek hicivsel/mizahi kamerasını sokaklara ve aynı zamanda karakterlerin iç dünyasına tutuyor. Gösterileri çağrıştıran bir sinema yapması ile de Yeni Gerçekçilik’e farklılık getiren Fellini aynı zamanda içeriksel vurgu olarak da daha bütünlüklü bir bakışla bakarak hem kendi sinema dilini oluşturuyor hem de söz konusu akımı ileriye taşıyor. Sadece ekonomik sıkıntıları değil, ideolojik vurgu ya da çağrışımlardan da uzak bir şekilde ama nötr de kalmayarak karakterlerin bilinçdışı kaygılarını da gösteriyor. Mesela hem Zampano hem de il Matto’nun –ki ikisi de erkektir– “Benim kimseye ihtiyacım yok” cümlesiyle yaşaması buna örnektir. Yine hiçlik ve anlamsızlık duygularının da mesela hem Zampano hem de Gelsomina’nın “Neden doğdum ki ben” demesi üzerinden verilmesi bu varoluşsal durumlara örnektir. Bu açıdan Fellini, o dönemde Fransa’da ortaya çıkan Yeni Dalga sinema akımı ile ülkesinde gerçekleşen Yeni Gerçekçi sinema akımı arasında özgün bir yerde duruyor.
Sanattan uzak durmadan toplumun hizmetinde, gerçekten uzak düşmeden hayalin peşinde, özü biçimde boğmadan yalın ve kendine özgü bir şiirsel uslupla yapılandırılan anlatım; yanılsama içinde yanılsama ve abartısız abartılar ile içsel ve dışsal gerçeklere bir yaklaşım.
İnsanın doğuştan getirdiği karakteri dışında kültür ve eğitim; kişinin kendisini ve çevresini algılama, anlama ve anlamlandırmasını, tutum ve davranışlarını, dolayısıyla iç ve dış çatışmalarını etkiler. Devamında içsel ve dışsal olarak her şey yolunda gitmediğinde patolojik sonuçlara da sebep olabilir. Filmde Gelsomina öncesi ve Gelsomina sonrası Zampano’da, bir insanın iç dünyasının nasıl şekillendiğine de şahit oluyoruz. Filmde ayrıca, kültürel olanın normal-anormal çıtası, psiko-sosyal bozukluk içinde iki farklı ve zıt karakterin nevrotik durumları ve birbiriyle ilişkileri üzerinden sorgulanıyor. Yönetmen doğal olarak kendi kültürünün unsurlarını da aynı izlek üzerinden filme katıyor. Mesela kadın-erkek imgelerini, toplumun ataerkil yapısını, erkek ve kadın olmaklıkla ilgili biçilmiş rolleri eleştirel bir dille göz önüne seriyor. Hem toplumsal hem de psikolojik anlamda katmanlı okumalara fırsat veren bir film La Strada.
Filmin üç ana karakteri insanın farklı boyutlarına işaret ediyor görünüyor: Gelsomina insanın saf, çocuksu, her şeye rağmen umut dolu, coşkulu ve anaç yönüne; Zampano insanın duygusal ve zihinsel anlamda duyarsız, bencil, öfkeli, hayvani yönüne, İl Matto ise insanın zihinsel yönüne işaret eder. Ayrıca İl Matto’nun kanatlarının olması, ip cambazı olması ve bu çağrışımsal yönleriyle Gelsomina’ya anlattıkları, yine İl Matto’nun Zampano için, “Her sirkin (sirk burada hayat anlamına gelecek şekilde bir metafor olarak kullanılmış olabilir) bir hayvana ihtiyacı vardır” demesi, Gelsomina’nın da İl Matto’nun da hem afişte hem de filmin kendisinde palyaço kılığında ve meleksi karakterler olmaları da aynı konuda anlamı besleyici unsurlardır.
Taşrada yaşayan insanın şehirde var olma çabaları, bunun getirileri ve götürüleri de filmin temel katmanlarından biri. Filmin başında, “Dünyayı tanımak istiyorum” diyen saf Gelsomina’nın hayatın sert yanlarıyla karşılaşması, filmin başında Gelsomina’nın “Gidiyorum, çünkü senin yanında kendimi iyi hissetmiyorum” demesi, filmin 40. dakikasına doğru Gelsomina’nın kendi gölgesine sığınması, ip cambazı il Matto’nun Gelsomina’ya anlattığı çakıl taşı hikâyesi ve Gelsomina’nın önünde durduğu afiş gibi sahnelerdeki metafizik ya da spiritüel göndermeler de önemli. Karakterlerin sadece sanatlarını icra ederken mutlu hissetmeleri yoluyla hem sanata örtülü bir övgü yapılmış hem de insan psikolojisi ve mutlulukla ilgili dolaylı bir not düşülmüş. Tüm bunlar ve filmin sonunda Zampano’nun duygularının dışarı çıkmasına ilk kez izin vermesi gibi birçok derinlikli planıyla film sinema tarihindeki haklı yerini alıyor. Tüm bu yalın ve incelikli göndermeleri, “gerçek” tek ve basit yapılı değildir farkındalığıyla insanda ve toplumda var olan gerçekliğin iki yönünü de göstermesi Fellini’nin en önemli yönlerindendir. Filmin sonlarında Gelsomina’nın, “Onu öldürdün. Dışarısı çok soğuk. Seni terk etmek istiyordum ama o bana kalacağımı söylemişti. Biraz daha odun lazım, ateş daha iyi yanar.” cümlelerini peş peşe sıralamasında bunun bir örneğini net bir şekilde ve son derece şiirsel bir yalınlıkla görüyoruz.
Filmin anlam katmanlarını bize açtığınız için teşekkürler.
Okuduklarımdan, doğru anladıysam, iki şey sonuç çıkarıyorum :
1) İnsanın “anlam arayışı” olumlu bir adım. (Filmde de bu anlam arayışına yönlendiren bir mesaj var.)
2) Ama anlam, dolayısıyla da mutluluk arayışı, kendini görünen dünyayla sınırlandıran bir akıl vasıtasıyla gerçekleştirilmeye çalışılırsa, bir kısır döngüyle sonuçlanıyor. (İnsanın kendi gölgesine sığınması=kendisinin ötesindeki hakikati bulamamış olması).
Filmi izlemedim. Haliyle izlemediğim filmin yorumunu yorumlamak, ancak bu günün toplumsal gerçekliği ile örtüşür sanırım. Ama yorumdan öğrendiğim ve doğru olduğunu umduğum önemli bir şey var; 1950 lerde, kelimeler ve duygular çıplakmış.